15 Mayıs 2005

Amerikalılar Neden Ejderhalardan Korkuyor? - Ursula K. Leguin

Ursula K. LeGuin'in 1974 tarihli bir konuşması. Yazarın Susan Wood tarafından derlenmiş çeşitli konuşma ve yazılarını içeren The Language of The Night Kitabından Ali Tamur tarafından çevrilmiştir.
******
Konuşmam fantazi edebiyatı üstüne olacaktı, fakat bugünlerde kendimi pek hayalci hissetmiyor ve neler konuşacağıma bir türlü karar veremiyordum. Ben de herkese fanteziler hakkında bir şeyler anlatsana diye sormaya başladım. Bir arkadaşım, "dur sana fantastik bir hikaye anlatayım" dedi. "On yıl önceydi. Bir kütüphanenin çocuk kitapları bölümüne gidip Hobbit kitabini istedim. Kütüphane memuru da büyük kitapları bölümüne bakmamı söyledi. Öyle sırf günlük dertleri unutturmak için yazılmış kaçış kitaplarının çocuklar için zararlı olduğunu düşünüyorlarmış!".

Beraberce gülüştük ve son on yılda durumun epey değiştiği konusunda fikir birliğine vardık. Çocuk kütüphanelerinde fantezi kitaplarına ahlakçı bir sansür uygulanması artık pek söz konusu değil. Ama çocuk kütüphanelerinin çölde bir vaha haline gelmesi çölün var olmadığı anlamına gelmiyor. Kütüphane memurunun iyi niyetle dile getirdiği bakış acısı hala mevcut ve kökleri Amerikan kültürünün derinliklerine uzanıyor: Fantezileri tasvip etmeyen -ahlaki - bir değer yargısı. Öyle yoğun ve kimi zaman şiddetli bir onaylamama söz konusu ki ister istemez kaynağının korku olduğu sonucuna varıyorum.

Böylece baslığa geldik: Amerikalılar Neden Ejderhalardan Korkuyor?

Yanıtlamaya geçmeden önce; bütün gelişmiş toplumların, kimisi az, kimisi çok, hayalperestliğe karsı soğuk durduğunu sanıyorum. Kimi ülkelerin edebiyatlarında birkaç yüzyıldır yetişkinler için fanteziye yer yok, Fransız edebiyatı mesela. Ama öte yandan Almanya'da fantezi sevilir, İngiltere'de hem sevilir hem de diğer tüm milletlerden daha çok gelişmiştir. Ejderhalardan korkmak sadece batılılıkla veya gelişmişlikle açıklanabilecek bir şey değil. En iyisi tarihsel açıklamalar yapmaya hiç kalkışmayıp sadece yeterince iyi tanıdığım tek millet olan modern Amerikanlılardan bahsedeyim.

Niye ejderhalardan korkuyor bu Amerikalılar diye düşünürken fark ettim ki birçok Amerikalıya sadece fantezi değil kurgu olan her şey ters geliyor. Millet olarak insan hayalinin ürünü olan her şeye şüpheli gözle bakıyor, hakir görüyoruz.

"Karım okur roman. Benim vaktim yok" "Ortaokul sularında bilim-kurgu okurdum ama tabii artık okumuyorum" "Masallar çocuklar içindir. Ben gerçek dünyada yaşıyorum"

Kim bunları söyleyen? Kim böyle kendine güvenli bir edayla Savaş ve Bariş'ı, Zaman Makina'sını, Bir Yaz Gecesi Rüyasını silip atabiliyor? Korkarım, sokaktaki adam, çalışkan, otuz yasinin üstünde Amerikan erkekleri, ülkeyi çekip çevirenler.

Tüm edebiyatın böyle red edilmesi birkaç tipik özelliğimize dayanıyor: Puritenligimiz, çalışma ahlakimiz, kara dayalı bakış acımız, hatta cinsel kültürümüz.

Savaş ve Bariş'ı veya Yüzüklerin Efendisini okumak bir iş değildir, zevk için okursunuz okursanız. 'Eğitim Amaçlı' veya 'Kendini Geliştirme Faaliyeti' seklinde bir kulp bulamıyorsanız yaptığınız ise, puriten değer yargılarımız onu biraz bencilce bir lüks veya gerçeklerden kaçmak olarak niteleyecektir. Bir puriten için zevk almak değer verilecek bir şey değil bir günahtır.

Ayni şekilde bir işadamının bakış acısıyla, bir davranış ancak kısa vadede somut bir getirisi olacaksa kabul edilebilirdir. Tolstoy ve Tolkien okumak için sadece bir edebiyat öğretmeninin bir özrü olabilir, parasını onlardan kazanıyor ne de olsa. Tabii işadamımız da arada bir kendine bir best-seller okuma izni verebilir; iyi bir kitap olduğundan değil, çok sattığından, başarılı, iyi kazandırmış bir ürün olduğundan. Para tüccarımızın tuhaf, mistik kafasında iyi kazandırmış olması o kitabin varlığını haklı çıkarmaya yeter, o da onu okuyarak mevcut başarının gücünü, tılsımını birazcık paylaşabilir. Büyü denmezse buna, neye denir bilmiyorum.

Son neden, cinsel kültürümüze dayalı olan daha karmaşık. Umarım kültürümüzde fantezi karşıtı tutumun temelde bir erkek zihniyeti ürünü olduğunu söylediğimde ayrımcılık yaptığım düşünülmez. Amerikalı oğlanlar ve erkekler, erkekliklerini kimi insani özellikleri, insana verilmiş kimi hediyeleri yadsıyarak tanımlama durumunda kalıyorlar. Çocukça diye, kadınsı diye adlandırılmış özellikleri. Bu özelliklerden biri de, insanin çok gerekli ve yok edilemez bir yetisi olan imgelemdir.

Bunu yazdıktan sonra sözlüğe baktım, diyor ki İmgelem: 1. Hayal etme, o anda duyu organları ile algılanmayan bir şeyi zihinde canlandırma 2. Henüz gerçekleşmemiş olay ve eylemleri zihinde tasarlama

Güzel, "çok gerekli ve yok edilemez" kelimeleri aynen yerinde kalabilir. Ama konuya uyması için tanımın kapsamını biraz daraltmam gerekiyor. İmgelem derken, kafanın serbestçe oyun oynamasını kast ediyorum: sonuç ister entellektuel, ister algısal bir urun olsun. Serbestçe derken, doğrudan bir getiri beklentisi ile yapılmayan, spontane yapılan isleri kastediyorum. Tabii bu kafanın serbestçe oyun oynamasının arkasında bir amaç olamaz demek değil, hem de gayet ciddi amaçlar olabilir. Çocukların yaratıcı oyunları erişkinlikte gerekecek duygu ve davranışların alıştırmasını yapmaya yarar; çocukluğunu yasamayan olgunlaşamaz. Erişkinlerin kafasının serbestçe oyun oynaması Savaş ve Barış olarak ürün verebilir, Görecelik Teorisi olarak ürün verebilir. Serbestlik disiplinsizlik demek değil ne de olsa. Sanatla uğraşırken de bilimle uğraşırken de mutlaka öğrenilmesi gereken şeyin hayal gücünün disiplin altına alınması olduğunu düşünüyorum. Meseleyi disiplin deyince aklına baskı altına almak ve cezalandırmak gelen puritenligimiz karıştırıyor. Disiplin baskı altına almak anlamına gelmez, büyümesini ve meyve vermesini cesaretlendirmek anlamına gelir, ister şeftali ağacından ister insan zihninden bahsediyor olalım.

Birçok Amerikalı erkeğe tam tersinin öğretildiğini sanıyorum. Hayal güçlerini bastırmayı, imgelemin çocuksu, efemine, yararsız ve zaten muhtemelen de günah olduğunu öğrendiler.

İmgelemlerinden korkmayı öğrendiler. Disiplin altına almayı öğrenmediler.

İmgelemin bastırılabileceğinden şüpheliyim. Çocuktan imgelemini çıkartırsanız büyüdüğünde sadece bir ot, gerçek bir ot elde edersiniz. İmgelem de kötü huylarımız gibi dışarı çıkmanın bir yolunu bulacaktır. Ret edilir ve tiksintiyle karşılanırsa deforme olacak, vahşi biçimlere bürünecektir. En iyi ihtimalle sik sik pembe hayaller kurmaya, en kotu ihtimalle de hüsnü kuruntulara, hayallerle gerçekleri karıştırmaya dönüşecektir. Pembe hayaller kurmak, kaptırırsanız çok tehlikeli bir uğraştır. Eski puriten zamanlarımızda tek izin verilen kitap İncil'di. Şimdiki laik-puriter zamanlarımızda bir erişkine yakışan bir uğraş olmadığı için, veya içinde yazılanlar doğru olmadığı için roman okumayan kahramanımız, büyük ihtimalle televizyondaki bol kanlı detektiflik dizilerine, niteliksiz westernlere, spor sayfaları ve porno dergilerine, Playboy'a ve daha seviyesizlerine yönelecektir. Besinden yoksun kalmış hayal gücü zorlayacaktır onu. Bu eğlencelerin gerçeklerle ilgili olduğunu soylerek kendini hakli bulacaktır, sonuç olarak cinsellik bir gerçek, detektifler var, beyzbolcular var, eskiden kovboylar vardı. Bir de bunların "erkekçe" konular olduğunu söyleyecektir ki bu da kadınların ilgilenmeye değer bulmadığı anlamına geliyor.

Bütün bunların gerçeklerden uzak, kısır uğraşlar olması ona bir uyarı gibi gelmeyecek, tam tersine içini rahatlatacaktır. Gerçekçi olsalardı, yani güzelce hayal edilmiş, yaratıcı ürünler olsalardı onlardan korkacaktı. Sahte gerçekçilik zamanımızın en önde gelen kaçış edebiyatıdır. Bu "edebiyatın" bas yapıtı da günlük borsa raporları olsa gerek.

Kahramanımızın karısı ne alemde bir de ona bakalım. Onun toplumun beklentilerine uygun bir yaşam sürebilmesi amacıyla hayal gücünü kısıtlaması gerekmedi. Ama eğitmesi de gerekmedi. Roman, hatta fantezi okuyabilir. Ama eğitim ve teşvikten yoksun kalmış hayal gücü büyük ihtimalle pembe dizilere, duygusal-tarihi romanlara, arkası yarınlara ve, imgelemin yararlarına inanmayan toplumun, hayal gücünün gerçek ürünlerinin yerini alması için seri üretim atölyelerinde tasarladığı diğer zırvalara saplanacaktır.

Peki imgelem ürünlerinin yararı nedir?

Görüyorsunuz, çok acıklı bir durum var ortada, çalışkan, dürüst, yasalara saygılı bir yurttaş, erişkin, eğitimli bir insan, ejderhalardan ve hobbitlerden korkuyor. Masal dendi mi ödü kopuyor. Komik, ayni zamanda da acıklı. Ne yararı var bütün bunların diye soruyor Sayın Bay, canavarlar, hobbitler, küçük yeşil adamlar, kime ne yararı var bunların? Başka ne yapılabilir bilmiyorum, saldırgan ve karsındaki hor görerek soruyor olsa da sorusuna dürüst bir yanıt vermeye çalışacağım.

Ne yazık ki en doğru cevabi hiç dinlemeye bile çalışmayacak. En doğru cevap "Bütün bunların yararı insana keyif vermesi, haz vermesidir"

"Vaktim yok" diye sözümü kesip, mide ilacını yutarak golf oynamaya koşacak.

Peki, bu durumda ikinci en doğru cevabi vermeyi deneyeceğiz. Sonuç muhtemelen daha iyi olmayacak ama yine de denemeliyiz. "Fantezilerin yararı, dünyayı, diğer insanları, duygularını ve kaderini daha derinden anlamanı sağlamaktır"

Korkarım buna cevabi söyle bir şey olacak: "Mesleğimde yükseliyorum, aileme her şeyin en iyisini alıyorum, iki arabamız bir de renkli televizyonumuz var. Dünyayı yeterince iyi biliyorum ben!"

Ve tabii söylenecek bir şey yok, gayet hakli. İstediği buysa, tüm istediği buysa...

Büyülü yüzüğünü hayali bir yanardağa atmaya çalışan bir hobbitin sorunlarını okurken öğrenecekleriniz, ne toplumdaki statünüzü ne de gelirinizi olumlu yönde etkilemez. Hatta, arada bir ilişki varsa tam ters yönde olmalı. Fantezi ile para ters orantılıdır. Bu, ekonomistlerce LeGuin kanunu olarak bilinen bir kanun. Kanunun doğruluğuna sizi çarpıcı bir örnekle ikna etmeye çalışayım: Bir gün arabanıza, sırt çantası, gitarı, uzun saçları, gülümsemesi ve otostop yapan başparmağı dışında hiçbir sermayesi olmayan gençlerden birini alin. Çoğu zaman bu kaybolmuş çocukların Yüzüklerin Efendisini okumuş olduklarını hatta kimisinin kitabi neredeyse ezbere bildiğini göreceksiniz. Bir de Aristotle Onasis'i veya Paul Getty'i ele alalım: bu adamların hayatlarının herhangi bir bölümünde, herhangi bir nedenle bir hobbitle alışverişi olmuş olabilir mi?

Yine de, ekonomik imparatorluklarını bir kenara bırakırsak, Onasis'in, Getty'nin ve diğer kasvetli trilyonerlerin fotoğraflarına dikkat ettiniz mi? Sıkıntılı tuhaf bakışlarına, sanki susamışlar gibi? Sanki bir şey kaybetmişler de nerede kaybettiklerini hatırlamaya, hatta neyi kaybettiklerini anlamaya çalışıyorlarmış gibi?

Çocuklukları olabilir mi kaybettikleri?

Böylece imgelemin yararları, özellikle de edebiyatın ve en çok da masalların, efsanelerin, fantezilerin, bilim kurgunun ve diğer deli zırvalarının yararları hakkındaki savunmama geliyorum. Öyle inanıyorum ki olgunluk, insanin çocukluğuna burun kıvırmaya başlamasıyla değil, büyümesiyle olur. Erişkin bir insan yolda olmuş bir çocuk değil, erişkinliğe ulaşmış bir çocuk demektir. Erişkin bir insanin en iyi yanları bir çocukta da aynen vardır. Ve bu yanlar çocukluk ve ilk gençlikte teşvik edilirse erişkinlikte de iyi ve bilgece kullanılacaktır. Baskı altına alınmaları ve inkar edilmeleri kişiliğin gelişimini engelleyecektir. Bu özelliklerden en insanca olan bir tanesi de hayal gücüdür. Kütüphaneciler, öğretmenler, anne-babalar, yazarlar veya sadece erişkinler olarak neşeli bir görevimiz var: çocukların hayal güçlerinin özgürce gelişmesini, meyve vermesini teşvik etmek, hayal güçlerinin en saf ve en iyi ürünlerle beslenmesini sağlamak. Ve asla bu en saf, en iyi ürünlere dudak bükmemek, küçük görmemek, çocukça veya saçma bulmamak.

Çünkü fantezi gerçektir. Gerçekten yasanmış olayları anlatmaz ama gerçeği anlatır. Çocuklar bilir bunu. Büyükler de biliyor, bildikleri için korkuyorlar. Fantezilerin gerçeği, hayatlarındaki yalanları tehdit ediyor çünkü; hayatlarını üzerine kurdukları yanlış, sahte, gereksiz ve fani ne varsa tehdit ediyor. Ejderhalardan korkuyorlar çünkü özgürlükten korkuyorlar.

Çocuklarımıza güvenelim. Normal olarak çocuklar gerçeği ve fanteziyi birbirine karıştırmazlar, en azından biz büyüklerden çok daha az karıştırırlar. (Büyük bir masalcının anlattığı Kralın Yeni Elbiseleri masalı da tam bunu anlatmıyor mu? Çocuklar tek boynuzlu atların gerçek olmadığını bilirler. Ayni zamanda tek boynuzlu atları anlatan bir kitabin, eğer iyi bir kitapsa gerçek olduğunu, gerçeğe dair olduğunu da bilirler. Bu, çoğu zaman anne babanın bilgisinden daha çoktur; çocukluklarını inkar ederek bilgilerinin yarısını inkar etmiş, acıklı, kısır bir gerçekle "tek boynuzlu atlar gerçek değildir" ile başbaşa kalmış anne babaların. Kimseyi bir yere ulaştıramayacak bir gerçek o. (Başka bir büyük fantezi yazarının anlattığı, tek boynuzlu atların gerçek olmadığı konusunda fanatiklik yapmanın insanin basını derde sokabileceğini anlatan Bahçedeki Tek Boynuzlu At masalı dışında) Çok eski zamanlarda, memleketin birinde bir ejderha yasarmış" "Toprağın içinde bir kovukta bir hobbit yasardı" Böyle güzel, böyle gerçek dışı cümlelerdir biz insan denilen fantastik yaratıkları kendi tuhaf yolumuzla gerçeğe ulaştıran.

Etiketler:

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa