12 Aralık 2008
6 Aralık 2008
8 Haziran 2008
10 Eylül 2007
Prag


Avrupa'da bir yere gittiğimde böyle bir yorum yazacağım aklıma gelmezdi. Lüzumundan fazla turist çekmekten midir, sosyalizm sonrasında kapitalist "servis" kültürüne alışamamaktan mıdır bilmem, 5 yıldızlı otelinde bile "please" gibi ulvi kavramlardan nasiplerini almadıklarını görüyorsunuz. Nasipsizlik bir yana, en basit bir ikaz ihtiyacında bile "siz ülkenizde böyle mi yapıyorsunuz" gibi gel benle polemik yap diyen hareketlere maruz kaldık. Ancak dişli ekibimiz gerekli eğitim öğretim faliyetlerini tamamlayarak yurda döndü.
Aşağıda fotografların bulunduğu flickr adresini bulabilirsiniz. Aşağıda, Murat & Sinem'in soğuktan gerillaya dönmüş resimini tıklarsanız ekip resimlerini, şehirden bir fotoğrafı tıklarsanız Prag resimlerini bulabilirsiniz.


Etiketler: gezi
Devamı23 Ağustos 2007
Yaşasın Tatil

Etiketler: gezi
Devamı26 Temmuz 2006
Marsilya 2006
Hem Marsilya'ya daha önce bir kere daha gittiğim, hem de bu seyahatte önceki günler Nice'de kalıp, Cannes ile Monaco arasını kiralık araba ile, ayıptır söylemesi, fır dönmüştüm. İzmir'in Avrupa'lısı olarak hissettiren Nice'i gördükten, her mühendisin yeşillikler içinde çalışmayı hayal edebileceği Sophia Antipolis'te birkaç gün geçirdikten sonra, Marsilya o kadar etkileyici değildi. Ama yine de, içinde ve yakınında plajları olan, fazlerin üzerine kurulmuş, denizle barışık bir liman şehri kimliği ile hoş bir şehirdi.
Etiketler: gezi
Devamı25 Kasım 2005
Vızz vızz vize...

Vize ile ilgili en korkutucu deneyimim, tam da ilk yurt dışına çıkışımda, Londra'da Heatrow'da olmustu. Lise sıralarında bir öğrenci grubu ile Londra'ya dil okuluna gidiyoruz. Herkes kapıdan girdi, sıra bana geldi, pasaport polisi eline pasaportu aldı, evirdi çevirdi, ışığa tuttu. Ben de ne yapıyor diye bakiyorum. Meger, İzmir Emniyeti pasaportumu hazırlarken, kimlik bölümünün üstüne yapıştırdığı plastiği en dibe kadar devam ettirdiği için, pasaportun kat yerine kadar uzanan plastik iyi yapışmamış ve dibinden açılmış.
Heatrow'daki görevli de pasaportun sahte olup olmadigina bakıyormuş haklı olarak. Hakkaten çok güven telkin eden bir görüntüsü yoktu. Kizilotesi isikta sunda bunda baktiktan sonra, pasaportta tahrifat goremeyince, bana donup, resimli bir kimlik daha istediler. Ben de cebimden nufus kagidimi cikardim. Polis bununla da yetinmedi, bir kimlik daha istedi. Tabii o zaman ehliyet vs. yok, lise donemi. Ben basladim boncuk boncuk terlemeye.
Ariyorum tariyorum ama ne aradigimi da bilmiyorum. Beni kurtaracak herhangi bir sey. En sonunda, cuzdanin dibinde yillar oncesinden unutulmus, Fen Lisesi Hazırlık döneminden kalma dandik dersane kimliğim çıktı. Ve ben Heatrow'dan Birlesik Krallik sınırlarından, Turkiye Cumhuriyeti Pasaportu ve nufüs kağıdıyla degil, Izmir'deki dersanemin kimligi ve ustunde ortaokuldan kalma sübyan irisi resmim sayesinde girebilmistim.
Turkiye'ye donunce pasaportu alip polise gittim. Maksat duzelttirecegim. Ne mumkun Pasaport polisi yenilemeyiz dedi duzeltemeyiz dedi, "bir sey olmaz" dedi çıktı isin icinden. Bir daha yapistirir gibi yaptilar isittilar vs. ama bu bence sadece plastigi daha da acmaya yaradi. Universite yillarinda pasaportun suresi doldugunda degisiklik icin verdigim halde, polis degistirmek yerine, uzatip bana geri vermeyi takdir ettigi icin, sonraki yillarda da plastigi acik pasaportumu kullanmak ve her kontrolda basima gelebilecek sorunlari hayal edip sıkıntı duyarak gecti. Neyse ki, bu durum bir daha basima dert cikarmadi.
Pasaport ve vize hikayelerinde hatirladigim bir kac ani daha var. Bir tanesi, Almanya'nin Ankara elciliginin bahcesindeki sıra olma koridorları ile toplama kampina benzeyen bahce ve elinde megafonu ile bagirip cagiran subay gorunumlu (artik ne subayi oldugunu siz cikarin) sert gorevlinin kotu cagrisimlari kalmis aklimda.
Universite yillarinda bir sebepten Finlandiya'ya gitmem gerekmisti. Safliktan olsa gerek, vize işini geciktirdikce geciktirdim. Sonunda Ankara'daki Finlandiya elciligine gittigimde, bana gore epey zaman vardi. Bir de ne goreyim, aradaki zaman Finlandiya'da bilmemne bayrami oldugu icin tatilmis. Gorevli bir takvime bir bana bakip, imkansiz dedi. Benim suratimdaki hayal kirikligini gordugunden midir insafa geldiginden midir, sonra pasaportu geri aldi, "2 saat sonra gel" diyip beni yolladi. 2 saat sonra gittigimde Vizem hazirdi. Kendisini hala sukranla anarim.
Bir de Ankara'da ABD elciligi anim var ki dillere destan. Bilenler bilir, Ankara'daki ABD elciliginde once kapının önünde sıra olunur, sonra iceride numara alınıp sıra beklenirdi. Simdi hala oyle midir bilemiyorum. Neyse, 11 Eylul oncesi, hatta guneş tutulması olan bir gün bir vize işi için elçilikte bekliyorum. İçeri girdim, numara aldım, ön sıraya oturdum sıramın gelmesini bekliyorum. O sırada bana yakın gişede bir numara yandı ve çiçekli havai gömleğine benzer gömlek giymiş, inşaat işçisi görünümlü bir arkadaş gişeye yanaştı. Gişedeki görevli adama sordu:
- Ne için gitmek istiyorsun Amerika'ya?
- Gezecegim.
- Nerede kalacaksin?
- Bodrum'da inşaatta çalışırken bir bagyan ile tanismistim. Onun yaninda
kalacagim.
- Neden dönüş için uçak biletin yok?
- Daha ne zaman döneceğime karar vermedim.
- Peki oradaki zamanını karşılayabilecek paran var mı?
- Yok. Herhalde inşaatlarda falan çalışırım.(?)
- Peki biraz daha bekle, birazdan çağırırız...
Bu diyalog sonucunda vize alabildi mi bilmiyorum bu arkadaş ama özgüven ve doğruculuğuna hayran olduğumu söylemek isterim.
Etiketler: gezi
Devamı22 Kasım 2005
Tadımlık Antalya

-737658.jpg)
Belki yıllardır uzaktan uzağa bir hayranlık geliştirdiğim için, Olympos'a varınca karşılaştığım gerçeklik biraz hayal kırıklığı yarattı. Ağaç evler ve pansiyonların olduğu kısım, hippi tatilköyü ile burjuva özentisi arası bir haldeydi.
Neyse bu mevzuyu bırakalım, Kadir'in yerinde Fen Lisesi'nden yıllardır görmediğim arkadaşlarım Gülseren ve Gülderen (ikizler) ile karşılaştım. Çok ilginç bir duyguydu doğrusu. Hepimiz değişmişiz, elbette tek bakışta emin olamıyor insan. Ama bizim ikizlere benzeyen bir ikiz daha varmıdır diye düşünürken benim işim o kadar zor değildi doğrusu. Kadir'in ağaç evlerinde neyi sevdin derseniz, bir bu rastlantıları, bir insanların kolayca arkadaş olabildiği sosyal ortamını, bir de gece club'a dönüşen yan taraftaki "Öküz Bar"ını sevdim.

Olympos'tan bir ısırık payını almış şekilde, ertesi gün, Kaş ve Kalkan'a doğru yola çıktım. Bu gezide pişman olduğum bir yan varsa, o da, dönerken girerim diyerek Kaputaş plajında yüzmemiş olmaktır. Ne bileyim, dağ yolundan dönmeye karar vereceğimi?

Sit alanını biçimsiz yapılaşma için bir vesile olarak kullanan bölge insanı, Patara köyü'nde tuhaf bir yerleşim kurmuş olsa da, Turist miktarı böyle muhteşem bir sahil için şaşırtıcı bir biçimde azdı. Hani sahilin aşırı büyük olmasından dolayı tenha olmasını kastetmiyorum. Patara köyü'nde tüm esnaf Godot'u bekler gibi her an gelebilecek turistleri bekliyordu ama herhalde Turist'ler bu tuhaf köyde kalmak yerine Kalkan'a vs. gitmeyi tercih ettiklerindne Godot falan gelmedi.
-783697.jpg)
Bu geziden alınacak dersler:
1) Asla bir tatil köyüne tıkılma.
2) Bilmediğin bir yerde mutlaka araba kirala ki, sınırlı zamanda çok yeri, rahatlıkla ve mobil olmanın avantajı ile görebil.
Zaten önümüzeki yaz planlarım arasında, bu turu bu sefer Kaş ve Fethiye arasında tekrarlamak ve bir benzerini de Güney Fransa & İspanya sahillerinde Cannnes - Barcelona arasında yapmak var. Bakalım önümüzdeki yaz neler getirecek? Şu tez bir bitsin, şu kış bir geçsin de. İkisi de beni üşütüyor doğrusu.
Etiketler: gezi
Devamı16 Temmuz 2005
Live8 @ Berlin

Sabanci Üniversitesi'nden arkadaşlarım Çetin ve Özlem'le beraber Brandenburg kapısının önünden kalabalığı yararak Almanya parlamentosunun arkasindan dolanip, önündeki çimlerde bir süre yayıldıktan sonra

Etiketler: gezi
Devamı