19 Mayıs 2008

Cannes

The Guardian'da gördüm. Çok çarpıcı geldi.

Etiketler:

Devamı

9 Mayıs 2008

TeknoKritik - 1:
“Teknoloji Benim Neyim Oluyor?”

Telekom sektöründeki güncel konuları ilgiyle takip ettiğim Tele.com.tr dergisi bana bir sayfa ayırmayı teklif ettiğinde bunu sevinerek kabul ettim. Bir süredir kendi açıkgünlüğümde, arkadaşlar arasında ve bazı dönemler verdiğim “Teknoloji & Organizasyon” dersinde açtığım teknoloji tartışmalarını, böylece daha geniş bir kitle ile paylaşma imkanı bulacağım için heyecanlıyım. Bu köşede yaşamı etkileyen yeni teknolojileri ve insanların teknoloji ile kurdukları ilişkileri farklı gözlüklerle tartışmaya çalışacağım.

Üniversite eğitimini tamamlamadan teknoloji projelerinde çalışmaya başladım ve Türkiye’nin en büyük bankalarından birinin tüm teknoloji altyapısının, tepeden tırnağa değiştiği dev bir projenin içinde buldum kendimi. Bir grup teknik adam ve birçok firma birlikte dev bir sistem tasarlamış bunu uyguluyorduk. Sistem neticede hayata geçti ama gerçekleştirme süreci bizi ilk baştaki tasarımdan çok farklı yerlere getirmişti. Daha sonra başka projelerde de benzer deneyimler yaşadım. Hayat elbette tamamen öngörülemez, ama “Bu kadar farklı bir yerde sona erecekse, biz o detaylı tasarımı baştan niye yaptık?”, “Sistemi hayata geçirmek için verdiğimiz mücadelede neler yaşadık?”, “Başarılı mıyız?”, “Ne yapsak sonuç farklı olurdu?” diye sormaya başladım.

Bu sorgulama beni teknoloji projelerinin performansının nasıl ölçüleceğine dair bir master tezine ve teknoloji projelerinde bireylerin birbirleriyle ve mevcut “zihniyetlerle” nasıl mücadele ettiğini anlamaya çalışan bir doktora tezine götürdü. Bir yandan tam zamanlı olarak teknoloji projelerinde çalışırken, bir yandan yürüyen bu öğrenme çabası ile bu soruların yanıtını buldum mu? Belki o soruların bazılarıyla ilgili daha eğitimli bir his var artık içimde ama halen kafamda daha çok teorik soru olduğunu söylemeliyim. İşte köşenin konusunun bir yarısını bunlar oluşturuyor. Ama merak etmeyin sizleri teknolojinin teorik derinliklerine boğmayacağım.

Bu arada teknoloji pratiğinden de kopmadım. Şirketlerin teknoloji tercihleri yaptığı değerlendirme projelerinde çalıştım, Kurumsal Kaynak Planlama paketleri arasında tercihler yapılmasına yardımcı oldum. Ardından, Türkiye’de ilk defa yerli bir ekip ve yöntem ile bilgi ve ağ güvenliği denetimleri gerçekleştirdim. Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemi standardı ISO 27001 ve öncüllerinin mühendisliğini, danışmanlığını ve denetçiliğini yaptım. Turkcell‘de son yıllarda en ses getiren projelerden birisi olan “mobil imza”nın fikrini yaratıp, çekirdek bir proje takımı ve uzun bir çalışma ile birlikte ortaya çıkardım, artık ekibimle mobil imzanın yaygınlaşması için çalışıyorum. Ayrıca Turkcell’de iş geliştirme bölümünde çalıştığım için teknolojiyi yakından takip etmeye çalışıyorum. Dolayısıyla elde bol miktarda pratik konu, güncel tartışma da mevcut. Bu da köşenin konusunun diğer yarısını oluşturuyor.

Köşede ne yazarsam yazayım, yazdıklarımın “kritik” bir bakış açısı taşımasına çalışacağım. Köşenin adı da bu yüzden “Teknokritik”. Hiçbir işin salt övgüsüne soyunmayı düşünmüyorum. Ancak kritik bir bakış açısı sayesinde teknoloji ile olan ilişkimizi daha iyi anlayabiliriz. Bu nedenle yazıya “Başlarken” gibi klişe bir başlık atmak yerine teknoloji felsefesinin ülkemizdeki en önemli isimlerinden Prof.Dr. Ahmet İnam’ın çok sevdiğim ilk kitabının bize temel bir soru yönelten adını, tırnak içinde, ödünç aldım. Yıllar önce çıkmış bu kitabı (http://getir.net/8jc) henüz okumadıysanız, kesinlikle tavsiye ederim. Önümüzdeki ay görüşmek üzere.

Not: Bu köşe yazısı, Mayıs 2008'de tele.com.tr dergisinde yayınlanmıştır

Etiketler:

Devamı

1 Mayıs 2008

Hayatı Hak Etmek





"Ama insan yaptığı işten aldığı zevk, ondan kazandığı parayı harcarken alacağı zevkten daha büyükse daha çok yaşamış sayılır. Hayattan yararlanmak mı gerekir, hayatı hak etmek mi gerekir? Hayatı hak etmeye başladığın zaman, hayat zaten benden yararlan diye ayaklarınıza kapanır.

Düşünün büyük bir orkestra şefinin, Toscannini'nin 100 kişilik orkestrayı yönetirken ondan aldığı zevk, Bodrum'da kalkıp da iki kadeh bira içerken alacağı zevkle karşılaştırılır mı yahu.

O bakımdan biz zevkli yaşamaya çalışırken acı çektirdiler bizlere. Çünkü, bu kadar topsuz tüfeksiz bir kalemle kağıttan bu kadar korkan insanlar, gölgeleşerek silinmeye mahkumdurlar. Ancak yazı kalırsa kalır ve bayraklardan daha fazla bilinerek kalır. Bugün kim tanıyor Romanof'ların bayrağını allahaşkınıza yahu. Goethe zamanında, Schiller zamanında, Shakespeare amanındaki bayrakları kimler biliyor, bak adları geçiyor burada. Buradan da iyi insanlar geçti.

Bir şiirle bitireyim bunu. Bırakalım size bu kadar traş yeter, birkaç ay gitmezsiniz berbere. Ben iyi traşçıyımdır çünkü, anlatabildim mi.

Yeryüzünde yalniz benim serseri,
Yeryüzünde yalniz ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri,
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yillarca gezdirdim hoyrat basimi,
Aradim bir ömür, arkadasimi.
Ölsem dikecek yok mezar tasimi;
Halime ben bile lanet ederim.

Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya ugrunda ben diyâr diyâr,
Gölgemin pesinden yürür giderim...

Bu Necip Fazılın bir gençlik şiiridir anlatabiliyor muyum. Onun için ben Necip Fazıl'ı severim.
Dünyanın en korkunç yalnızlık şiirlerin yazmış bir edebiyatı vardır Türkiye'nin.

Yıllar var ki bir kılıcım kapalı kınında,
Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi,
Muzdaribim bu duvarın dış tarafında,
Şefkatine inandığım biri var gibi. (Kemalettin Kamu)

Kulaklarım komşuların ayak sesinde
Varsın bir yudum su verenim bulunmasın son nefesimde
Biri bana eğilip su yok desin de.

Bu kadar korkunç bir yalnızlık şiiri. Bu kadar kadınsız bir dünyaların erkekleriyiz bir yandan. Annelerimizden, kız kardeşlerimizden, karılarmızdan, eşlerimizden hangisini biz gerçek ölçüde bir erkeklik dünyasının şovalyeliğinden saklayabildik, muhafaza ettik ve onlara güvence verdik ki, onlar da bize güzel çiçekler, güzel filizler, güzek tomurcuklar açsınlar.
...
Kentiller ve köylüler vardır. Kentliliğin simgesi etli şaraplı kadınlı kahkahalı sofra demektir. Köylülüğün simgesi de, kadınsız, kahkahasız, erkek erkeğe kahveler demektir. Allah hepimizi kadınsız, kahkasız, erkek erkeğe kahvelerden kurtarsın. Amin " Çetin Altan

Etiketler:

Devamı

Konuşma: ITP'08 / KKTC

ITP'08 / BİLİŞİM PROFESYONELLERİ SEMİNERİ
1-4 MAYIS 2008 * SALAMİS BAY CONTİ RESORT HOTEL
KKTC


15:15-16:00 - Güvenli Mobil Uygulamalar – Secure Mobile Applications / Deniz TUNÇALP

Etiketler:

Devamı