Düşünce ve İfade Özgürlüğü
Düşünce ve İfade özgürlüğü son yıllarda ülkemizde yoğunlukla tartışılan ancak çeşitli rezervasyonlar konularak en aydın sayılacak kesimler tarafından bile rahatlıkla kabullenilemeyen bir konu. Tabi durum böyle olunca, yani herhangi bir şekilde şiddete bulaşmadan bir düşünceyi ifade edebilmek konusunda, "aydınlanma"dan payını en fazla alanlarımız bile bu kadar isteksiz olunca, almayanlarımız elinde taş ve sopayla yollara dökülüp, kendi ifade özgürlüğü sınırlarını aşıp, birilerine, mesela Orhan Pamuk'a sopa çekmeye, veya insanları yakmaya, linç etmeye niyetlenebiliyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri'nde ise bireylerin düşünce ve ifade özgürlükleri, 11 Eylül sonrasında yaşanan gerilemeleri bir kenara bırakırsak, kutsallık derecesinde önem verilen ve korunmsı için çeşitli toplum kesimlerinin mücadele verdiği bir konu. O kadar kutsal ki, çok muhafazakar bir toplum olan ABD'de Hustler dergisini yayınlayan Larry Flynt müstehcen içeriğe rağmen dergisini yayınlama özgürlüğünü ifade özgürlüğü kapsamında mahkemelerde savunmuş ve koruyabilmişti. Kuzey İtalya'nın bağımsızlığını savunan partilerin yıllardır İtalya'da, teröre bulaşmadan fikirlerini ifade edebildiklerini biliyoruz. Oysa, Türkiye'nin yakın ve uzak geçmişinin ve bulunduğu ortamın, düşünce ve ifade özgürlüğünü tamamen yerleştirmeyi zorlaştırdığı ortada olan net bir durum.
Bu düşünceler ara sıra aklımda uçuşurken, bugün Hürriyet'te okuduğum Mehmet Yılmaz'a ait bir yazıda verdiği bir örneğin çapıcılığı konuyu kafamda netleştirdi. Aslında bu örneğe vereceğiniz tepki bence turnusol kağıdı gibi bir ayraç. Örnekte bahsedilen Hans Haacke'ye ait enstallasyonun bir kısmının resmini, Internet'ten buldum. Haacke'nin resmini yanda, söz konusu sanat eserinin bir kısmını da sayfanın üst köşesinde görebilirsiniz.
Amerika Birleşik Devletleri'nde ise bireylerin düşünce ve ifade özgürlükleri, 11 Eylül sonrasında yaşanan gerilemeleri bir kenara bırakırsak, kutsallık derecesinde önem verilen ve korunmsı için çeşitli toplum kesimlerinin mücadele verdiği bir konu. O kadar kutsal ki, çok muhafazakar bir toplum olan ABD'de Hustler dergisini yayınlayan Larry Flynt müstehcen içeriğe rağmen dergisini yayınlama özgürlüğünü ifade özgürlüğü kapsamında mahkemelerde savunmuş ve koruyabilmişti. Kuzey İtalya'nın bağımsızlığını savunan partilerin yıllardır İtalya'da, teröre bulaşmadan fikirlerini ifade edebildiklerini biliyoruz. Oysa, Türkiye'nin yakın ve uzak geçmişinin ve bulunduğu ortamın, düşünce ve ifade özgürlüğünü tamamen yerleştirmeyi zorlaştırdığı ortada olan net bir durum.
Bu düşünceler ara sıra aklımda uçuşurken, bugün Hürriyet'te okuduğum Mehmet Yılmaz'a ait bir yazıda verdiği bir örneğin çapıcılığı konuyu kafamda netleştirdi. Aslında bu örneğe vereceğiniz tepki bence turnusol kağıdı gibi bir ayraç. Örnekte bahsedilen Hans Haacke'ye ait enstallasyonun bir kısmının resmini, Internet'ten buldum. Haacke'nin resmini yanda, söz konusu sanat eserinin bir kısmını da sayfanın üst köşesinde görebilirsiniz.
Mehmet Y. Yılmaz'ın yazısını aşağıda paylaşmak ve buraya bir not düşmek istedim. Özgürlük kolay bir şey olsaydı, herkes zaten özgür olurdu. Bunun için tek tek ve hep birlikte ciddi emek vermek ve sindirip özümlemek gerekiyor.
Bu sergiyi Orhan Pamuk açsaydı?
Bu sergiyi Orhan Pamuk açsaydı?
Mehmet Y. Yılmaz - 02.01.2006 Hürriyet
BUGÜNLERDE yolunuz New York’a düşecek olursa sizlere Chalsea galerilerinden birinde sürmekte olan bir sergiyi gezmenizi önereceğim. Bu sergiyi gezerken, Orhan Pamuk ve Hırant Dink davalarıyla birlikte yeniden gündemimize giren çok eski bir tartışmayı düşünme olanağı bulacaksınız:
Eleştiri nerede başlar, nerede biter? Hakaret nedir, ne değildir? Sanatçının kendini ifade özgürlüğünün sınırları nereden geçer?
Sergiyi görme olanağı olmayanlar için anlatmaya çalışayım.
Galeride sergilenen eser Almanya Köln doğumlu ancak çok uzun yıllardır New York’ta yaşayan sanatçı Hans Haacke’nin bir "enstalasyonu".
Tavanı altı-yedi metre yüksekliğinde boş bir salon gözünüzün önüne getirin. Tavana diklemesine bir ABD bayrağı asılmış. Bayrağın ortalarından itibaren kumaşı lime lime doğranmış, bir yarısı da koparak aşağıya düşmüş. Yerdeki kumaş parçası bir çöp yığını gibi öylece duruyor, gelen geçen üzerinden geçip gitsin diye.
Salonun giriş kapısının hemen yanında Başkan Bush’un bir fotoğrafı asılı. Bush’un zeká düzeyinin düşüklüğünü vurgulayacak şekilde bilgisayarla deforme edilmiş bir fotoğraf bu.
Haacke, bu eseriyle Amerika’nın Irak’a müdahalesini protesto ediyor. O da kendi sanat anlayışı doğrultusunda böylece "Amerika’ya müdahale etmiş oluyor".
Bu Haacke’nin savaş karşıtı ilk uygulaması değil. Daha önce de Almanya’da, Prusya’nın kazandığı savaşlar anısına dikilmiş Münster’deki bir anıta da böyle "müdahale" etmişti.
Haacke bu "eserleri" nedeniyle ne Almanya’da, ne de Amerika’da kovuşturmaya uğradı. Elbette oralarda da bir düşüncenin bu şekilde ifade edilmesinden rahatsızlık duyanlar oldu. Ama kimse kimseyi savcılığa şikáyet etmedi, sanatçının hapse girmesini istemedi.
Haacke’nin düşüncesini beğenmeyenler de kendi düşüncelerini özgürce ifade edebildiler, bu düşünceleri nedeniyle de "aydın" çevrelerce aşağılanmadılar, alaylara maruz kalmadılar.
Haacke’nin bu eserini ben de çok "ilginç" bulmadım, rahatsız olduğumu bile söyleyebilirim.
Ama onun kendisini ifade etme özgürlüğüne sahip olduğuna da inanıyorum.
Bütün mesele de bir demokraside bundan ibarettir zaten: Kendin için istediğin fikir açıklama özgürlüğünü, herkes için isteyebilmek!
BUGÜNLERDE yolunuz New York’a düşecek olursa sizlere Chalsea galerilerinden birinde sürmekte olan bir sergiyi gezmenizi önereceğim. Bu sergiyi gezerken, Orhan Pamuk ve Hırant Dink davalarıyla birlikte yeniden gündemimize giren çok eski bir tartışmayı düşünme olanağı bulacaksınız:
Eleştiri nerede başlar, nerede biter? Hakaret nedir, ne değildir? Sanatçının kendini ifade özgürlüğünün sınırları nereden geçer?
Sergiyi görme olanağı olmayanlar için anlatmaya çalışayım.
Galeride sergilenen eser Almanya Köln doğumlu ancak çok uzun yıllardır New York’ta yaşayan sanatçı Hans Haacke’nin bir "enstalasyonu".
Tavanı altı-yedi metre yüksekliğinde boş bir salon gözünüzün önüne getirin. Tavana diklemesine bir ABD bayrağı asılmış. Bayrağın ortalarından itibaren kumaşı lime lime doğranmış, bir yarısı da koparak aşağıya düşmüş. Yerdeki kumaş parçası bir çöp yığını gibi öylece duruyor, gelen geçen üzerinden geçip gitsin diye.
Salonun giriş kapısının hemen yanında Başkan Bush’un bir fotoğrafı asılı. Bush’un zeká düzeyinin düşüklüğünü vurgulayacak şekilde bilgisayarla deforme edilmiş bir fotoğraf bu.
Haacke, bu eseriyle Amerika’nın Irak’a müdahalesini protesto ediyor. O da kendi sanat anlayışı doğrultusunda böylece "Amerika’ya müdahale etmiş oluyor".
Bu Haacke’nin savaş karşıtı ilk uygulaması değil. Daha önce de Almanya’da, Prusya’nın kazandığı savaşlar anısına dikilmiş Münster’deki bir anıta da böyle "müdahale" etmişti.
Haacke bu "eserleri" nedeniyle ne Almanya’da, ne de Amerika’da kovuşturmaya uğradı. Elbette oralarda da bir düşüncenin bu şekilde ifade edilmesinden rahatsızlık duyanlar oldu. Ama kimse kimseyi savcılığa şikáyet etmedi, sanatçının hapse girmesini istemedi.
Haacke’nin düşüncesini beğenmeyenler de kendi düşüncelerini özgürce ifade edebildiler, bu düşünceleri nedeniyle de "aydın" çevrelerce aşağılanmadılar, alaylara maruz kalmadılar.
Haacke’nin bu eserini ben de çok "ilginç" bulmadım, rahatsız olduğumu bile söyleyebilirim.
Ama onun kendisini ifade etme özgürlüğüne sahip olduğuna da inanıyorum.
Bütün mesele de bir demokraside bundan ibarettir zaten: Kendin için istediğin fikir açıklama özgürlüğünü, herkes için isteyebilmek!
1 Yorum:
türkiyede düşünüyorum öyleyse yokum anlayışı olduğu sürece işimiz zordur.
ülkemde düşünülemeyeni düşünmek garip karşılanıyor çünkü.
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa