Sait Faik, İnglizce'ye Neden Çevirilir?
Hani bazı insanlar vardır, tanımış olmak bile hayatınızda çok şeyi değiştirir. Hani bazı öğretmenler vardır, sadece bir yıl bir konuda birşeyler öğrenseniz bile, hayata dair çok şey öğrenirsiniz. Bu şekilde, beni en derinden etkileyen öğretmenlerimden birisi, üniversiteye hazırlık sırasında gittiğim dershanede Türkçe ve Edebiyat Bilgisi dersleri alma şansını bulduğum, öykü okumayı bana sevdiren, dersleri ve öyküleri ile hayata dair pek çok önemli inceliği kavramamı sağlayan Feyza Hepçilingirler olmuştur. Bakın Feyza hocam, İnternette elime geçen bir yazısında neler diyor, Türkçe ve İngilizce hallerimiz hakkında.
MÜJDELER VAR YURDUMUN ŞAİRİNE, YAZARINA
Burgazada’da yapılan Sait Faik Öykü Yarışması ödül törenine katılamadım bu yıl. Ancak daha sonra, katılan dostlarımdan, törenle ilgili izlenimlerini dinledim. Her şey pek iyiymiş, pek güzelmiş. Özellikle bir yazarımızın (!) verdiği müjde (izninizle, buraya bir ünlem daha) (!) beni çok etkiledi. Sarstı, coşturdu. Bu müjdeyi sizinle paylaşmalıyım. Heyecandan içim içime sığmıyor. Müjde! MÜJDE! Sait Faik’in öyküleri İngilizce’ye çevriliyormuş. Yurtdışında tanıtılmak için değil, hayır! Anadolu Liseleri’nde okutulmak için. Bundan sonra Anadolu Liseleri’yle, kolejlerde okuyan çocuklarımız, Sait Faik’i okuyacaklar. İngilizce’sinden. Ne güzel değil mi? Gençlerimize Sait Faik’i okutamıyoruz, diye üzülüyorduk; bakın, çaresi varmış. İngilizce'ye çevrilecek ki herkes okuyabilsin. Bu herkes kim? Türkiyeli çocuklar, Türk, Rum, Ermeni çocukları, kendilerini anlatan Sait Faik’i okuyabilecekler artık, İngilizce.
Yok, sinirlenmiyorum. Kendimi sakin tutmaya çalışıyorum. Hatta bu yeni oluşumdan umutlar yeşertebilir miyim, diye düşünüyorum.Demek, kendi çocuklarımıza ulaşmak o kadar da olanaksız değil. Belki bizim gibi daha ufak tefek yazarları da çevirirler günün birinde. Bunu neden daha önce düşünmedim? Türkçe elden gidiyor, diye Türkçe yırtınmanın ne anlamı var? Şunu İngilizce söyle! Söyleyemiyorsan çevirttir İngilizce'ye, level lara böl; bak, gör etkisini o zaman! Sait Faik’in öyküleri gibi... O güzelim öyküler, öğrencilerin İngilizce düzeylerine ( level dedikleri) göre, yeniden düzenlenecek! Ne olacak böyle? Türkiyeli öğrenci Sait Faik’i tanıyacak. Sesini duymadan, Türkçesinin kokusunu almadan, Burgazada’nın koylarında, koyaklarında İngilizce İngilizce dolaşacak. Ermeni balıkçı, topal martısıyla İngilizce dertleşecek; balıktan dönen Rum dostları, kalinkhta demeyecek Sait Faik’e, good night diye selamlayacaklar onu. Çağdaş Türk Edebiyatının babası, Türkçe'nin zengin ve renkli sesi Sait Faik, level lara uydurup basitleştirildikçe Çıkmıştım evden erken o gün gibi tümceler kuruyor olacak.
Sait Faik’i böyle tanımış gençlerimizin aklında, Sait Faik denince anımsanan birkaç İngilizce söz kalacak. Yazmasam deli olacaktım, tümcesinin bile kimi sözcüklerinin İngilizce'si anımsanacak. Yazmasam mad olacaktım, denecek sözgelimi. Şimdi olabilite , yapabilite dendiği gibi, kim bilir daha ne hoş, ne şirin buluşlar yapılacak! Faik Free diyenler bile olacak.
Şimdi bu duruma dilde kirlenme denirse kirlenme ye ayıp olmaz mı? Deterjanlarımıza, çamaşır sularımıza, temizleyicilerimize, aklayıcılarımıza, paklayıcılarımıza, hele her türlü pisliği paklamak için canını dişine takmış uğraşan siyasilerimize ayıp olmaz mı?
Bu kirlenme değil; çürüme, kokuşma! Leş kokuları geliyor, durmadan, artarak, çoğalarak...
Bir topluluğu halk yapan, dilden daha önemli ne var? Din mi? Örf, âdet, gelenek mi? Dilini yitiren toplum, yaşamaya devam eder mi? Ederse nasıl eder. Ona hâlâ bağımsız bir devlet gözüyle bakılabilir mi?
Devletler, ülkeler, milletler böyle siliniyorlar tarih sahnesinden. Bir Hitit ile tanışmışlığınız var mı? Oysa onlar da yaşamışlardı bir zaman. Nerede Hititler şimdi?
Rastlantıya bakın, tam bunları yazdığım sırada TRT 4’te türküler bitmiş, tarih dersi başlamış. Ne anlatılıyor dersiniz? Tarihteki Türk devletleri. Sırasıyla. On altı tane kurmuşuz ya, işte onlar! Tam şu anda Kubilay Hanlığı anlatılıyor. Bu devletin nasıl yıkıldığına herkes için kulak veriyorum. Nasıl yıkılmış biliyor musunuz? Kubilay Han gidip Çin’e yerleşmiş. Demek, ülkesinden de vazgeçmiş dilinden de.
Dilinden vazgeçince ya sen gidip yabancı bir devlete yerleşiyorsun ya da o yabancı devlet gelip sana yerleşiyor. Biz de vazgeçmiş görünüyoruz, hiçbir yere gitmeden, kendi ülkemizde oturup dururken hem de. En büyük, en çok satan ulusal gazetelerimizde İngilizce başlıktan geçilmiyor. Hürriyet We are coming diye başlık atıyor, bir yazarı I am not coming bir başka yazarı To be continued diye arka çıkıyor. Fanatik, Bye bye Leeds derken; Milliyet Shut up diye bağırıyor. Radikal geri kalır mı? O da Game Over diye duyuruyor, Demirel’e Cumhurbaşkanlığı yolunun kapandığını.
Bütün cankurtaranlar ambulans oldu; yetmedi ambulance oldu. Hastane kalmadı, bütün hastaneler hospital oldu. Carousel , Capitol , Galleria , Carrefour ve kim bilir başka nelerden sonra Zeytinburnu’nda yeni açılan alışveriş merkezinin adı Olivium . Ortalık showroom dan, center dan, hatta centroom dan (ne demekse?) geçilmiyor. Haute Couture ve Hair Dresser yan yana, omuz omuza... Televizyonlarımızda talk show lar bitmedi; ama yakında hard talk lar başlayacak. Benden söylemesi. Her yerde yeni alışveriş merkezleri, yeni dükkanlar açılıyor ardı ardına. Kimi shoes center , kimi shoes shop olan ayakkabııcılar, büyüdükçe süper den hiper e, mega ya, vega ya ad değiştiren marketler... Yabancı ad taşımayan işyeri neredeyse yok. Adını bile söyleyemediğimiz dükkanlarla dolu sokak ve caddelerimiz. Okuma yazmayı unuttuk. Hangi sözcüğü, hangi dilin kuralına göre okuyacağız? Kepaze bir gazete, manşetinde, Taksim’de Türk holiganlarınca öldürülen iki kişiye tükürüklü bir gönderme yapmıştı. Two size . Bunu bir bölümümüz tu size diiye, bir bölümümüz tu sayz diye okudu. Özel radyolarımızdan biri halkın dilini İngilizce'ye döndürmekte görevli sayıyor kendisini; yeni açılan, acaip bir adı olan pizacının bu acaip adını doğru söyleyenlere oradan bedava piza dağıtıyor. Hani Türkan Şoray’lı reklamda bahçıvana Profilo Eurolux demenin öğretilmesi gibi.
Her gün, o zamana dek duymadığımız yeni İngilizce sözcüklerle karşılaşıyoruz. Nasıl da kültürlü olduğumuzu en ucuz yoldan gösterme sevdasından hiç vazgeçmiyoruz. Biri, kimselerin bilmediği bir İngilizce sözcük sokmuşsa dile, başka biri ondan geri kalmamak için, bir başkasını sokuyor. Hatta o başka sözcüğü bilmiyorsa uyduruyor; çünkü hiç kimse İngilizce'yi sanıldığı kadar iyi bilmiyor.
Hemen tümümüz garip bir çeviri diliyle konuşuyoruz. Kendimize iyi bakıyoruz. Kendimizi evimizde hissediyoruz. Kafaları tokuştuğu zaman, şaşkınlığını Ops ünlemiyle bildirenler bile çıkıyor aramızdan. Bütün bunlar bilmediğiniz şeyler değil, bunları size niye anlatıyorum? Şundan ki Sait Faik’in durumu içimi yaktı.
Bir Amerikalı’nın öyküsünü dinlemiştim bir zaman önce. Adam, Amerika’da kütüphane görevlisiyken Nâzım Hikmet’in şiiriyle tanışmış. Öyle beğenmiş ki bu şiiri salt Nâzım Hikmet’i kendi dilinde okumak için Türkçe öğrenmeye karar vermiş ve kalkıp Türkiye’ye gelmiş. Bana bu öyküyü aktaran kişi, o Amerikalı’nın Türkçe'yi mükemmel öğrendiğini, yalnız Nâzım Hikmet’i değil, başka pek çok şair ve yazarı da kendi dillerinde okuyabildiğini ve bundan çok mutlu olduğunu da anlattı.
İngilizler bunu yapıyor; yazarlarının kimi yapıtlarını sadeleştirip İngilizce'nin yaygınlaştırılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ama nerede? Türkiye gibi, var gücüyle İngilizce öğrenmeye çalışan ülkelerde.Kendi ülkelerinde, lise öğrencilerine, bizim Türkçe'yi öğrettiğimiz gibi öğretmiyorlar İngilizce'yi. O yazarın ya da şairin kitabını okutuyorlar aylarca, didik didik ederek, dilinin bütün incelikleri kavramasını sağlıyorlar öğrencinin. Oysa bizim edebiyat kitaplarımız içler acısıdır. Bir romandan, hatta öyküden bir paragraf alınıp başına sonuna özet eklenir. Öğrenci, vitrinde görse tanımayacağı bir kitap hakkında, sözde bilgi sahibi olur, o yapıtı okumuş sayar kendisini.
Türk edebiyatını bu kadarcık bilen bir insana siz şimdi kalkıp Sait Faik’i İngilizce okutacaksınız. İngilizce’ye çevirin Sait Faik’i ama Türkiye’de, Türkiyeli gençlere okutmak için değil. Gücünüz varsa ve yeterse, Avrupa’ya, Asya’ya, Amerika’ya ulaştırın onu; anadilinde okuma şansına sahip olmayanlara tanıtın. Yoksa, bırakın, ona ulaşmak isteyenlerin kolayca bulabileceği yerde kalsın; yıpranmadan, hırpalanmadan, küçük ve gülünç düşürülmeden.
MÜJDELER VAR YURDUMUN ŞAİRİNE, YAZARINA
Burgazada’da yapılan Sait Faik Öykü Yarışması ödül törenine katılamadım bu yıl. Ancak daha sonra, katılan dostlarımdan, törenle ilgili izlenimlerini dinledim. Her şey pek iyiymiş, pek güzelmiş. Özellikle bir yazarımızın (!) verdiği müjde (izninizle, buraya bir ünlem daha) (!) beni çok etkiledi. Sarstı, coşturdu. Bu müjdeyi sizinle paylaşmalıyım. Heyecandan içim içime sığmıyor. Müjde! MÜJDE! Sait Faik’in öyküleri İngilizce’ye çevriliyormuş. Yurtdışında tanıtılmak için değil, hayır! Anadolu Liseleri’nde okutulmak için. Bundan sonra Anadolu Liseleri’yle, kolejlerde okuyan çocuklarımız, Sait Faik’i okuyacaklar. İngilizce’sinden. Ne güzel değil mi? Gençlerimize Sait Faik’i okutamıyoruz, diye üzülüyorduk; bakın, çaresi varmış. İngilizce'ye çevrilecek ki herkes okuyabilsin. Bu herkes kim? Türkiyeli çocuklar, Türk, Rum, Ermeni çocukları, kendilerini anlatan Sait Faik’i okuyabilecekler artık, İngilizce.
Yok, sinirlenmiyorum. Kendimi sakin tutmaya çalışıyorum. Hatta bu yeni oluşumdan umutlar yeşertebilir miyim, diye düşünüyorum.Demek, kendi çocuklarımıza ulaşmak o kadar da olanaksız değil. Belki bizim gibi daha ufak tefek yazarları da çevirirler günün birinde. Bunu neden daha önce düşünmedim? Türkçe elden gidiyor, diye Türkçe yırtınmanın ne anlamı var? Şunu İngilizce söyle! Söyleyemiyorsan çevirttir İngilizce'ye, level lara böl; bak, gör etkisini o zaman! Sait Faik’in öyküleri gibi... O güzelim öyküler, öğrencilerin İngilizce düzeylerine ( level dedikleri) göre, yeniden düzenlenecek! Ne olacak böyle? Türkiyeli öğrenci Sait Faik’i tanıyacak. Sesini duymadan, Türkçesinin kokusunu almadan, Burgazada’nın koylarında, koyaklarında İngilizce İngilizce dolaşacak. Ermeni balıkçı, topal martısıyla İngilizce dertleşecek; balıktan dönen Rum dostları, kalinkhta demeyecek Sait Faik’e, good night diye selamlayacaklar onu. Çağdaş Türk Edebiyatının babası, Türkçe'nin zengin ve renkli sesi Sait Faik, level lara uydurup basitleştirildikçe Çıkmıştım evden erken o gün gibi tümceler kuruyor olacak.
Sait Faik’i böyle tanımış gençlerimizin aklında, Sait Faik denince anımsanan birkaç İngilizce söz kalacak. Yazmasam deli olacaktım, tümcesinin bile kimi sözcüklerinin İngilizce'si anımsanacak. Yazmasam mad olacaktım, denecek sözgelimi. Şimdi olabilite , yapabilite dendiği gibi, kim bilir daha ne hoş, ne şirin buluşlar yapılacak! Faik Free diyenler bile olacak.
Şimdi bu duruma dilde kirlenme denirse kirlenme ye ayıp olmaz mı? Deterjanlarımıza, çamaşır sularımıza, temizleyicilerimize, aklayıcılarımıza, paklayıcılarımıza, hele her türlü pisliği paklamak için canını dişine takmış uğraşan siyasilerimize ayıp olmaz mı?
Bu kirlenme değil; çürüme, kokuşma! Leş kokuları geliyor, durmadan, artarak, çoğalarak...
Bir topluluğu halk yapan, dilden daha önemli ne var? Din mi? Örf, âdet, gelenek mi? Dilini yitiren toplum, yaşamaya devam eder mi? Ederse nasıl eder. Ona hâlâ bağımsız bir devlet gözüyle bakılabilir mi?
Devletler, ülkeler, milletler böyle siliniyorlar tarih sahnesinden. Bir Hitit ile tanışmışlığınız var mı? Oysa onlar da yaşamışlardı bir zaman. Nerede Hititler şimdi?
Rastlantıya bakın, tam bunları yazdığım sırada TRT 4’te türküler bitmiş, tarih dersi başlamış. Ne anlatılıyor dersiniz? Tarihteki Türk devletleri. Sırasıyla. On altı tane kurmuşuz ya, işte onlar! Tam şu anda Kubilay Hanlığı anlatılıyor. Bu devletin nasıl yıkıldığına herkes için kulak veriyorum. Nasıl yıkılmış biliyor musunuz? Kubilay Han gidip Çin’e yerleşmiş. Demek, ülkesinden de vazgeçmiş dilinden de.
Dilinden vazgeçince ya sen gidip yabancı bir devlete yerleşiyorsun ya da o yabancı devlet gelip sana yerleşiyor. Biz de vazgeçmiş görünüyoruz, hiçbir yere gitmeden, kendi ülkemizde oturup dururken hem de. En büyük, en çok satan ulusal gazetelerimizde İngilizce başlıktan geçilmiyor. Hürriyet We are coming diye başlık atıyor, bir yazarı I am not coming bir başka yazarı To be continued diye arka çıkıyor. Fanatik, Bye bye Leeds derken; Milliyet Shut up diye bağırıyor. Radikal geri kalır mı? O da Game Over diye duyuruyor, Demirel’e Cumhurbaşkanlığı yolunun kapandığını.
Bütün cankurtaranlar ambulans oldu; yetmedi ambulance oldu. Hastane kalmadı, bütün hastaneler hospital oldu. Carousel , Capitol , Galleria , Carrefour ve kim bilir başka nelerden sonra Zeytinburnu’nda yeni açılan alışveriş merkezinin adı Olivium . Ortalık showroom dan, center dan, hatta centroom dan (ne demekse?) geçilmiyor. Haute Couture ve Hair Dresser yan yana, omuz omuza... Televizyonlarımızda talk show lar bitmedi; ama yakında hard talk lar başlayacak. Benden söylemesi. Her yerde yeni alışveriş merkezleri, yeni dükkanlar açılıyor ardı ardına. Kimi shoes center , kimi shoes shop olan ayakkabııcılar, büyüdükçe süper den hiper e, mega ya, vega ya ad değiştiren marketler... Yabancı ad taşımayan işyeri neredeyse yok. Adını bile söyleyemediğimiz dükkanlarla dolu sokak ve caddelerimiz. Okuma yazmayı unuttuk. Hangi sözcüğü, hangi dilin kuralına göre okuyacağız? Kepaze bir gazete, manşetinde, Taksim’de Türk holiganlarınca öldürülen iki kişiye tükürüklü bir gönderme yapmıştı. Two size . Bunu bir bölümümüz tu size diiye, bir bölümümüz tu sayz diye okudu. Özel radyolarımızdan biri halkın dilini İngilizce'ye döndürmekte görevli sayıyor kendisini; yeni açılan, acaip bir adı olan pizacının bu acaip adını doğru söyleyenlere oradan bedava piza dağıtıyor. Hani Türkan Şoray’lı reklamda bahçıvana Profilo Eurolux demenin öğretilmesi gibi.
Her gün, o zamana dek duymadığımız yeni İngilizce sözcüklerle karşılaşıyoruz. Nasıl da kültürlü olduğumuzu en ucuz yoldan gösterme sevdasından hiç vazgeçmiyoruz. Biri, kimselerin bilmediği bir İngilizce sözcük sokmuşsa dile, başka biri ondan geri kalmamak için, bir başkasını sokuyor. Hatta o başka sözcüğü bilmiyorsa uyduruyor; çünkü hiç kimse İngilizce'yi sanıldığı kadar iyi bilmiyor.
Hemen tümümüz garip bir çeviri diliyle konuşuyoruz. Kendimize iyi bakıyoruz. Kendimizi evimizde hissediyoruz. Kafaları tokuştuğu zaman, şaşkınlığını Ops ünlemiyle bildirenler bile çıkıyor aramızdan. Bütün bunlar bilmediğiniz şeyler değil, bunları size niye anlatıyorum? Şundan ki Sait Faik’in durumu içimi yaktı.
Bir Amerikalı’nın öyküsünü dinlemiştim bir zaman önce. Adam, Amerika’da kütüphane görevlisiyken Nâzım Hikmet’in şiiriyle tanışmış. Öyle beğenmiş ki bu şiiri salt Nâzım Hikmet’i kendi dilinde okumak için Türkçe öğrenmeye karar vermiş ve kalkıp Türkiye’ye gelmiş. Bana bu öyküyü aktaran kişi, o Amerikalı’nın Türkçe'yi mükemmel öğrendiğini, yalnız Nâzım Hikmet’i değil, başka pek çok şair ve yazarı da kendi dillerinde okuyabildiğini ve bundan çok mutlu olduğunu da anlattı.
İngilizler bunu yapıyor; yazarlarının kimi yapıtlarını sadeleştirip İngilizce'nin yaygınlaştırılmasını sağlamaya çalışıyorlar. Ama nerede? Türkiye gibi, var gücüyle İngilizce öğrenmeye çalışan ülkelerde.Kendi ülkelerinde, lise öğrencilerine, bizim Türkçe'yi öğrettiğimiz gibi öğretmiyorlar İngilizce'yi. O yazarın ya da şairin kitabını okutuyorlar aylarca, didik didik ederek, dilinin bütün incelikleri kavramasını sağlıyorlar öğrencinin. Oysa bizim edebiyat kitaplarımız içler acısıdır. Bir romandan, hatta öyküden bir paragraf alınıp başına sonuna özet eklenir. Öğrenci, vitrinde görse tanımayacağı bir kitap hakkında, sözde bilgi sahibi olur, o yapıtı okumuş sayar kendisini.
Türk edebiyatını bu kadarcık bilen bir insana siz şimdi kalkıp Sait Faik’i İngilizce okutacaksınız. İngilizce’ye çevirin Sait Faik’i ama Türkiye’de, Türkiyeli gençlere okutmak için değil. Gücünüz varsa ve yeterse, Avrupa’ya, Asya’ya, Amerika’ya ulaştırın onu; anadilinde okuma şansına sahip olmayanlara tanıtın. Yoksa, bırakın, ona ulaşmak isteyenlerin kolayca bulabileceği yerde kalsın; yıpranmadan, hırpalanmadan, küçük ve gülünç düşürülmeden.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa