16 Nisan 2006

İstanbul masalları

Bu pazar kendime bir iyilik yaptım. Akşam yemekte sonra, uzun süredir DVD rafını bekleyen "Anlat İstanbul" filmini seyrettim. Ümit Ünal'dan senaryo dersleri aldığım kısa süre içerisinde sinemalarda oynuyordu, ama gitmeye fırsat bulamamıştım. Şimdi Ümit Hoca ile yollarımızın kesişme ihtimali çok düşük olduğundan o zamanlar gitmediğime ve bu tad damağımdayken iki laf edemediğimize üzgünüm doğrusu. İzlemediyseniz izlemenizi tavsiye ederim. Sinemalarda yok ama DVD'si yaygın biçimde satılıyor. Türk sinemasının bu heyecan veren örneklerini izlemek, bilmek, bu heyecanı paylaşmak lazım.

2005 yılının en mühim Türk filmlerinden olan Anlat İstanbul'un senaryosu, Ümit Ünal'a ait. Filmin iç içe geçmiş, aynı gece içinde paralel olarak geçen, çeşitli masallardan türeyen ve bir araya gelip İstanbul için bir hikaye anlatan, incelikli senaryoryosunu yazmış Ümit Hoca. Filmi daha da orjinal kılan bir boyut da, her bir masalın ayrı bir yönetmen tarafından çekilmiş olması. Yönetmenler Ümit Ünal, Kudret Sabancı, Selim Demirdelen, Yücel Yolcu ve Ömür Atay. Üç kişinin bir araya gelip bir köfte ekmek tezgahını bile işletmekte zorlandığı bu iklimde, kendi başına ayakta duran, kendi ruhu olan ama sırıtmayan, eklemlenebilen bir film bütünlüğü koyabilmiş ekip. Fikir Türkan Derya'ya aitmiş. Kamera arkası videolarına bakılırsa, yönetmen hükümranlıklarından biraz fedakarlık edip, hep birlikte çalışmışlar. Ümit hoca, biz aynı binayı birlikte inşa eden mimarlar, duvar ustaları gibiyiz diye tarif ediyor çalışmalarını. Tabii beş ayrı yönetmenin biçim, yaklaşım ve üslubunu bir filmde birleştiren de görüntü yönetmeni Mehmet Aksın'ın ustalığı olmuş gibi duruyor. Bir tek, filmin sondan bir önceki öyküsü "Kırmızı Başlıklı Kız", hapisanedeki dramatik başlangıcı ve hikayelerin merkezinde duran cinayet ile olan gevşek bağlantısı nedeniyle hikayelerin biraz dışında kalmış gibi geldi bana. Fakat netice olarak, kurgu açısından fakir bulduğum Türk sineması için, dünyada çok bulunan ama Türkiye'deki nadir görülen kurgu örneklerinden biri çıkmış ortaya. Rahatlıkla seyircinin kafasını karıştırıp midesini bulandırabilecek bir salçalı spagetti, çok da güzel tatta bir bulmaca halinde çıkmış karşımıza. Zaten Ümit Ünal'ın önceki senaryo ve yönetmenliklerinde de bizim için alışılmadık kurgular vardı. Hemen aklıma "Dokuz", "Hayallerim, Aşkım ve Sen" ve "Teyzem" geliyor.

Bir çok hikaye olduğu için "yan rol" yok diyor Ümit Ünal. 24 önemli rol, bir sürü de mekan. Pahalı helikopter çekimleri vs. olmasa da, esas bu filimde oyuncu İstanbul'un kendisi gibi görünüyor. Yer üstünden yer altına her yerinde film olmuş. Öyle ki, Atilla Dorsay, "Hep deniyor ya, güzel İstanbul'u dekor olarak kullanan filmler yapalım, bu kenti dışarda tanıtalım diye. İşte size nefis bir örnek. Bu kent hiçbir filmde bu denli büyüleyici olmadı, mekanları hikayeyle bu kadar iç içe kullanılmadı." diyor. Bu kadar çok set hazırlayınca, sorunlar yaşanmış tabii. Elbette ekibin de farkettiği ve kamera arkası videolarında da gördüğümüz gibi, Uyuyan Güzel masalında köşke giren Kürt gencine duvardaki Osmanlı paşasına fiziken benzemiyor, bu da hikayenin omurgası olduğu için, seyircinin konsantrasyonu orada biraz dağılıyor.

Oyunculuklara gelince. Hiç birini seyrederken, gerçeklik hissini dağıtacak bir hal ile karşılaşmadım. Genellikle birbirine benzer rollerde seyir etmiş olsam da, bazen kendimi tiyatro izliyor gibi hissetsem de, Altan Erkekli'nin oyunculuğu iyiydi demenin zaten bir haber değeri yok. Transseksüel Banu rolü oynayan Yelda Reynaud ve ona kanat geren Mimi rolünde de Güven Kıraç çok iyiydi. Senaryoda Banu'nun cinsini anlatmak için 40-41 numara ayakkabı giydirmesini çok akıllıca bulduğumu söylemeliyim. İşte böyle filmleri seviyorum. Başka bir filmde bu çok daha kaba biçimde verilebilir, hatta seyircinin anlama yeteneği ile alay ediliyormuş gibi olabilirdi. "Türk sinemasında iyi senarist az" muhabbetine, Ümit Ünal bakın ne yorum getiriyor: "Türkiye’de az sayıda iyi senarist çıkıyor denir hep. Ben az sayıda yönetmen, yapımcı çıktığını düşünüyorum. Senaryo yazmak teknik bir iştir ve yaparak öğrenilir. Bu kadar az filmin yapıldığı bir ülkede az sayıda iyi senaryo ve senaristin çıkması son derece normal diye düşünüyorum".

Bu arada, İstanbul'un acımasız biraz doğulu, biraz batılı ama malesef Amerikalı temposunda, filmin bize söylediği gibi kaybedenlere, tutunamayanlara hayat hakkı yok, filmin sonunda bunun farkına varmaya, bunu düşünmeye başlıyorsunuz. "Kipling'in 'Dogu dogudur, Batı batıdır' diye bir şiiri var ama dogu diye bir şey yok. Doğu ve batının ülkemizde bu kadar tartışıldığı bir dönemde, anlamlı olur diye düşündüm" diyor Ümit Ünal. İstanbul'u anlatacağız, masal anlatacağız diye ne oryantalizme ne de Türk'ün dosta düşmana propogandasına dönüştürmeden, hem eleştirel, hem içeriden, hem dışarıdan bir göz ve Türk kahvesi gibi katmanlı bir tad bırakıyor insanın ağzında. Bir kere değil, arşive koyup ara sıra içmek gerek.

1 Yorum:

Blogger Unknown dedi ki...

yazı/tura'dan sonra izlediğim en iyi türk filmiydi.Ümit beyin beynine sağlı :)

6:29 ÖÖ  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa