19 Eylül 2008
5 Eylül 2008
TeknoKritik - 4:
“Tarih Boyu Teknoloji Deneyimimiz:
Geldi, Geliyor, Az Kaldı”
Tünel açıldığında ahali, yeraltından işleyen bu sisteme güvenmemiş. Bunun içindir ki, katara bir vagon eklenerek, sistem öncelikle hayvan nakli için kullanılmış. İlk yıllarda Pera – Galata bölgesinde yoğunlukla Müslüman olmayan halk yaşadığından ve zamanın uleması Müslümanların ölmeden toprak altına girmesine karşı çıktığından Tünel’i ağırlıklı olarak Müslüman olmayan halk kullanmış. Bu örnekte de görüldüğü gibi, teknolojilerin kabullenilmesinde, yerleşmesinde ve yayılmasında sosyal faktörler oldukça etkili oluyor.
Teknoloji ile toplum olarak ilişkimiz hakkında sıklıkla kullanılan bir diğer örnek de, matbaanın Osmanlı’ya geç gelişi meselesidir. Geniş çaplı ve resmi ilk matbaa, İbrahim Müteferrika tarafından 1727 yılında, yanı matbaanın icadından 272 yıl sonra kurulmuş olsa da, İstanbul’daki ilk sınırlı matbaa 1488 yılında, yani keşiften 33 yıl sonra, Yahudi cemaati tarafından kurulmuş. Matbaanın geniş ölçekli şekilde kullanılmaya başlanmasına dini gerekçelerle karşı çıkıldığı söylense de, sonunda Padişah matbaa açılması iznini, dini kitapların basılmaması kaydı ile verdiği için neden bu kadar gecikildiğini bu yorum tam olarak açıklamıyor. Konu üzerinde alternatif açıklamalardan, gelir kaybetmekten ve giderek işsiz kalmaktan korkan hattatların ve ilgili loncanın, Osmanlı sarayını etkileyerek, matbaanın gelmesini uzun yıllar geciktirdiğini öğreniyoruz.
Tarih boyunca, devletin kararını gerektiren teknoloji transferlerinde, çıkarları bundan etkilenecek tarafların etkisinin, teknoloji transferini geciktirmekte veya engellemekte oldukça başarılı olabildiğini görüyoruz. Tam tersine, böyle bir engelleme olmadığında, bireysel tercih ve kararlarla teknoloji taşınabildiğinde veya teknolojiden yana olan “koalisyon” yeterince güçlü olduğunda transfer umulandan çok daha hızlı gerçekleştirilebiliyor (Bkz. Tablo 2).
Çeşitli yeni teknolojilerin yabancı ülkelerden ne kadar hızla ülkemize taşındığını gösteren ikinci tabloda daha yakın yıllarda yaşanmış örneklerden mobil imza ve 3.Nesil GSM teknolojisi bence incelenmeye değer. Mobil imza teknolojisi, Finlandiya’dan sadece iki yıl sonra Türkiye’de sunulurken aynen transfer edilmedi, pek çok yeni özellik eklenerek geliştirildi. Bugün dünyada en fazla mobil imza Türkiye’de kullanılıyor. Dünya ülkelerinden bu teknolojiye başlayacak olanlar, önce Türkiye örneğini inceliyor. Turkcell Mobil İmza ile çalışan çeşitli uygulamalar geliştiren yazılım evleri, bu ürünlerini mobil imza kullanmaya başlayacak diğer ülkelere satmak, yani artık teknoloji ihraç etmek potansiyelini taşıyor.
Mobil imzanın aksine 3.Nesil GSM teknolojileri alanında Türkiye’nin artık kendi teknolojilerini üretip, fark yaratarak teknoloji ihraç edebilmesi neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda. Teknoloji ömrünün yüzyıllar sürdüğü geçmiş için 3.Nesil’de yaşanan mevcut 7 yıllık gecikme katlanılabilir bir süre olarak değerlendirilebilirdi. Ancak teknoloji ömrünün aylara düştüğü günümüzde, aradan geçen zaman bu alanda keşfedilebilecek hemen her şeyin keşfedildiği gösteriyor. Eğer geçen bunca yılda, halen bu alanda yapılmamış yenilikler kaldıysa da, bunlar daha yeni nesil GSM teknolojileri gelmekte olduğu için dünyada önemli bir pazar potansiyeli taşımıyor.
New York Times gazetesi yazarlarından Thomas Friedman, “The Lexus and the Olive Tree” kitabında (http://getir.net/mj8), yeni global dönemde, ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin İnternet’e hangi hızla çıkabildiklerine göre belirlendiğini söylüyor. Artık her birimiz, bulunduğumuz sektörlerde dünya ile rekabet etmek zorundayken, Internet’e çıkış yaygınlığımız ve hızımız, bizlerin ve genel olarak Türkiye’nin rekabet gücünü ve gelişmişlik düzeyini belirliyor. Dünyanın 3.5 neslİ devrini de geçip LTE teknolojisi ile 4. nesil GSM’i tartıştığı bugünlerde, bütün sektörlerde dünya ile rekabetten kopmamak adına, ülkenin her köşesine hızlı Internet erişimini götürebilmek için 3. nesil GSM teknolojilere kapıyı bir an önce açmamız gerekiyor.
Teknoloji transferinden sonra sıra, her teknolojide olduğu gibi, bu teknolojiyi hayatın bir parçası haline getirmeye ve dönüştürmeye geliyor. Toplum olarak teknolojinin tüketicisi olmak yerine üreticisi haline gelmeyi ancak teknoloji transferinde geç kalmayarak ve transfer edilen teknolojiyi dönüştürüp kendimize göre farklar yaratarak başarabiliriz. Yoksa metronun hayatımıza gerçekten girmesi için yıllarca beklediğimiz gibi, bırakın daha gelişmiş teknolojileri ve dünyanın bizi teknoloji alanlarında takip etmesini, en temel iletişim ve erişim imkânlarına sahip olmak için bile daha çok bekleriz.
Etiketler: teknokritik
Devamı