9 Ekim 2007

Kutup Yıldızı Saygun

Geçen hafta Radikal Kitap ekinde, Radikal'de de her hafta yazılar yazan dostum Ufuk Çakmak'ın, Ahmet Adnan Saygun'un doğumunun 100. yılı şerefine yazılan bir kitapla ilgili eleştrisini okudum. Sosyal bilimlerden guzel izler taşıyan bu sıkı eleştiri hoşuma gitti. İleride dönüp tekrar okumak için kendime not düşmek istedim. Belki siz de okursunuz :)


Saygun’u mitleştiren bir anlatı

“Bestecilerimizin değeri bilinmiyor, onlar üzerine araştırmalar, yazılar kaleme ele alınmıyor” biçimindeki klişe yaklaşım Adnan Saygun için hiç de geçerli değil. 1907 – 1991 arasında yaşamış besteci yüzüncü doğum yılında, seminerlerle, toplu etkinliklerle, yurtiçi ve yurt dışında yapılan konserlerle, yıl boyunca süren radyo programlarıyla anıldı. Kemal Küçük’ün kitabıyla ilgili değerlendirmeme geçmeden önce, argümanlarıma zemin oluşturmak amacıyla dikkatinizi birkaç yıl önce yazılmış bir kitaba çekmek istiyorum. Emre Aracı’nın doktora tezinden kitaplaştırdığı oylumlu çalışması “Ahmed Adnan Saygun” Cumhuriyet sanatına bakışta bir kuantum sıçraması yaratmış, ilk bestecilerimizin ürünlerini “çağdaşlaşma ve batılılaşma ülküsü”nün ürünleri olmaktan ibaret gören kemikleşmiş yaklaşıma bariz bir fark yaratarak, ideolojik etkilerden uzak kalan, sakin bir anlatı kurmayı becermişti. Bu metin bir kırılma anıydı. Yazar Cumhuriyet bestecilerine uygulanan yegâne şablonun dışında kalarak, Saygun’u akademik bir mesafeyle inceliyor, ideolojik güzelleme, yüceltmecilik ve kahramanlaştırma söylemlerinden uzak, alışılmışın dışında bir tavır takınıyordu. Besteciyi bir ululuk abidesi olmaktan çıkartarak, az çok sanat adamı kimliğiyle, beste incelemeleriyle, tutunmak için sürdürdüğü onca ilişkiler ağının içinde yer alan bir insan olarak, iyileriyle, kötüleriyle somut bir kişilik gibi resmediyordu.

Kemal Küçük’ün “Türk Müziğinin Kutup Yıldızı: Adnan Saygun” kitabı da bestecinin anma yılında çıkan iddialı bir çalışma. Küçük, Saygun’un hayatını detaylı bir şekilde, bilgi verici ve zevkli bir üslupla anlatıyor. Kitabın arkasındaki ayrıntılandırılmış diskografi, ilk seslendirmeler listesi, müzik ve yazı eserlerinin tamamı, araştırmacılar ve müzik severler için önemli bir rehber. Ekli “Kerem” operası DVD’si, Saygun’un opera alanındaki yaratıları her ne kadar ahım şahım olmasa da tarihsel açıdan çok değerli. Ancak Küçük anlatısının Cumhuriyet eserleri tarihi anlatılarına özgü kimi sorunlu etkileri bilinçli-bilinçsiz devraldığını gözlemlemek mümkün. Bunlardan en önemlisi resmi tarihin en çok yaslandığı tarih-biçimlendirme kalıplarından biri olan “tek adam” anlatma isteğinin kitabın yazılışına nüfuz etmiş olması. “Tek adam” anlatısı, resmi tarihlerde var olan, kahramanlaştırma, tüm ya da en büyük iyiliklerin nedenini o büyük özne olarak gösterme, adeta giderek var oluşun, kurtuluşun neden ve kaynağını bu özneye bağlama arzusu olarak özetlenebilir. Bu anlatının bir başka tipik özelliği ise tek adamı kötücül güçlerle kuşatılmış, istenmeyen, yok edilmek istenen, “mağdur” edilmiş bir figüre dönüştürmektir. Bu mağdur kişi, ona yapılan dışlama, yok etme ve mağdur etme çalışmalarına karşı, gücünü yalnızca doğruluk, dürüstlük ve insani büyüklükten alan gücüyle savaşır. Dışlanan adam sonunda tek başına da olsa zaferi kazanır, kötüler mağlup olur. O kitlelerin sevgilisi olur. Tek adam büyük planı da ilk andan itibaren bilir; neyi, ne zaman, nerede yapacağını ilk andan itibaren görmüştür hep. Tek adam bir mittir. Romantik milliyetçiliğin bir versiyonu olan bu anlatının sosyal bilimlerde tarih yazımı felsefesi, tarihsel sosyoloji ve kültürel çalışmalar yapan akademisyenler tarafından tüm 19. ve 20. yüzyıl sosyal bilimler tarihinde ne derece eleştirilmiş olduğunu söylemek gereksiz.

E. H. Carr’ın tarih yazımının kilitlerini incelediği meşhur kitabı “Tarih nedir?”, tarih yazımının sübjektif ve algısal şablonlara ne de kolay bağlanabileceğini, söylem döngüselliğinin görüşleri kendi kendine doğrular bir hale getirebildiğini, tarih pastasını istediğiniz porsiyonları kendiniz seçerek oluşturmanın kolaylığını açıkça gösterir. Bilim felsefesinin devrimci filozofu Thomas Kuhn’un “Bilimsel Devrimlerin Yapısı”nda ortaya attığı bilim kültüründeki değişim ve oluşumu açıklayan yaklaşım ise görme biçimlerinde paradigmaların ağırlığını ortaya koyar ki yirminci yüzyıl Kuhn’un gittiği yoldan “ilerleme” ve “mutlak doğruluk” kavramlarının tüm toplumsal bilimlerde ateşe tutulmasıyla geçti. Paradigma ve modelleri kavramları tartışıldı. Bambaşka bir damardan gelen Foucault ise tipik bir postmarksist-anarşist olarak tarihin olumsallığı, rastlamsallığı fikrine sıkı sıkı sarılarak, tarihsel nedenselliğin zorunluluk zincirlerinden oluşmadığı yolundaki düşüncenin öncülerinden biri oldu. Sosyal bilimlerin 2007’sinde artık fazlasıyla klasik bile sayabileceğimiz bu tür tezler, “tek adam” ya da “mağdur ulu” anlatılarına yönelik şüpheyi daha da katmerlendiriyor. Küçük’ün kurduğu anlatı yalnızca bölüm başlıklarıyla bile okurun yönünü bu şekilde tayin edecek belirli bir tarihyazım stiline bilinçsiz atıfta bulunuyor: “İstenmeyen Saygun”, “Saygun’suz Müzik Reformu”, “Yalnız ve Özgün Besteci” gibi başlıklardan söz ediyorum.

Saygun’un birkaç yıl Ankara’dan uzaklaştırılması büyük bir komplo edasıyla sunulurken, adeta doğrulardan uzak bir karşı-müzik devrimi yapıldığı iddiası güçlendiriliyor. Oysa bestecinin Atatürk’ün ilk opera bestecisi olmayı başarması, zaman zaman onun huzuruna çıkmayı şu ya da bu şekilde kıvırabildiği gerçeği, Üngör’ün elinden orkestrayı alışı, Muallim Mektebi hocalığı, müfettişlik ve Konservatuar’da hocalık, yurtdışında hükümet ve elçilik destekleri alınması gibi her an sahnede başat bir aktör olduğunu belli eden olgular, TRT müzik dairesi dahil bir sürü konuyla ilintili bir isme sahip olduğu gibi gerçekler pekala çok daha normalize edilmiş bir anlatının içine oturtulabilirdi. Saygun’un son derece ilişkici bir besteci (kötü bir şey de değil bu, biraz da eserini tanıtan besteci yaşar) olduğu Küçük’ün değerlendirmelerinin dışında kalırken, eleştirel okur bunu satır aralarından rahatlıkla kurulabiliyor. Saygun’un kendi adına araştırma merkezi olan (Bilkent) tek bestecimiz olmasını ve bunda iyi besteciliğinin yanı sıra Doğramacı’nın ilgisini kazanmış olmasını bu mağduriyet anlatısına oturtmak, “yalnız adam” tabirini ona yakıştırmak kolay değil.

Hindemith’in Saygun’la ilgili yazdığı, onu yok etmek isteyen mektuplarını ise pekala Saygun’un ya da Hindemith’in rekabetçi kişiliğine atfetmek ya da bir alanda çok büyükleşmiş iki kutup arasında var olan, ve dünyanın her kurumunda mevcut bireyler arası güç ve iktidar çatışmalarına, en azından kısmen de olsa bağlamak varken, tutup “haksızlığa uğrayan adam” lehine kanıtlara dönüştürmeye çalışmak da benzer bir çaba. Bartok’un Hindemith’le olan olası rekabeti ve Saygun Bartok dostluğu üzerine ise herhangi bir anıştırma yok. Türk Müzik devriminin Saygun’suz yapıldığı için istenen sonuçlara ulaşamadığı yolundaki tez ise kabul edilemeyecek kadar toplumsal argüman yoksunu. Birincisi Saygun işin hep içinde. İkincisi tipik bir elitler devrimi olan müzik devriminin, istenen sonuca ulaşamamasının nedeni, bugün her tarafın çoksesli Türk bestecilerinin eserleriyle dolup taşmamasının nedeni, Saygun’a Ankara’da verilen iki yıllık ara mı yani? Kanımızca, böyle bir tez, müzik sosyolojisi, popüler müziğin oluşumu, kitle müziği gibi kavramlara, jakoben devrimlerin sosyolojik yapısında görülen paternlere tamamen ilgisiz kalıyor. Yazarın Hindemith ve Saygun’un yaklaşımları arasında, anlatısına uydurmak için yaptığı farklılaştırma çabası da inandırmıyor. Hindemith’in türkülerin çokseslendirilmesi yolunda verdiği yönergenin hem Saygun hem de diğer bestecilerimizle değişik derece, form ve sıklıklarda, farklı zamanlarda bağımsız bir şekilde yapıldığını hepimiz biliyoruz. Saygun Hindemith’ten çok farklı hangi reçeteyi önermiş acaba? Metin tam bir cevap vermiyor ama kastedilen diyelim etnomüzikolojik yaklaşım ise bile, bu tavrın her yaratıcının benimsemek zorunda olduğu bir doğru olduğu tartışılır. Bu da bir başka sorun. Kitabın adına gelince... Öyle bir figürü anlatırsınız ki müzik alanında, gerçekten kendisini yığınlar taklit etmiştir. O zaman “kutup yıldızı” doğru bir betimleme olabilir. Örnek vereyim, pop müzik alanında Sezen Aksu için yapılabilecek bir tariftir bu. Büyük olmak için de zorunlu koşul değildir ayrıca. Saygun’un etnomüzikolojik yaklaşımı, aşırı tasavvuf yüklü müziği bence kendine özgüdür ancak diğer bestecileri etkileyen bir aura, bir gravite oluşturmamıştır. Bu da değeriyle ilgili bir şey değil. Bu nedenle kitabın adını da yanıltıcı buldum.

Küçük’ün çalışması tüm bunlara rağmen, kimi yerde güzel olgusal ayrıntılar içeriyor. Gözüme çarpan ufak bir olgu yanlışı, sayfa 127’de Arzumanova’nın Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Türkiye’de sahnelediği söylenen “Bir Orman Masalı”nın 2007’de İzmir Balesi’nce sahnelendiği. Sözü edilen eser, 1939’larda yazılmış Op. 17. İzmir’in 2007’de sahnelediği eser ise 75 opus numarasını taşıyan “Kumru Efsanesi” ya da “Bir Kumru Masalı”.

Türk Müziğinin Kutup Yıldızı: Adnan Saygun
Kemal Küçük
Doğuş Grubu Yayınları
Ağustos 2007

Etiketler:

1 Yorum:

Blogger Unknown dedi ki...

Sayın Tuncalp , Kutup Yıldızı eserini nereden temin edebilirim ? Önemli bir basucu kitabı !

Saygılar

3:14 ÖS  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa