22 Kasım 2005

Tadımlık Antalya

Kar atıştırmaya başlayan bu günlerde, yazın son günlerinde yaptığım kaçamak geldi aklıma. Ege'li olmaktan mıdır nedir, böyle soguk karli havaları hiç sevmiyorum. Halbuki yaz sonu kaçamağım öyle miydi ya? Birkaç gün Antalya'ya kaçıp, havaalanından bir araba kiralamıştım. Dizel bir Renault Megane. Bu tatildeki pek çok şey gibi, onun da resmini çekmedim malesef. Ama tatil onun sayesinde mümkün olmuştu.

Cuma akşamı Antalya'ya varır varmaz, arabaya atlayıp Kemer'e gitmiştim. Aslında bırakınız araba kullanmayı, Antalya'da iki defa Belek'te kelek bir otele tıkılmak dışında tatil yapmadıgım için bu çevreyi, hele Antalya'nın batı tarafını hiç bilmiyordum. İlk gece Kemer'de bir otelde kalmış ve hem yorgunlugumu giderip, hem de barlar sokagini ve sahildeki eglence mekanlarını dolaşmıştım. Kemer'i biraz klasik tatil köyü tadında, yapay bulduğumu söyleyebilirim.

Cumartesi sabah ver elini Olympos. Ancak Olympos'a giderken yolda kafama esip, Faselis sahiline vurmuş, hem bu antik kenti gezmiş ve hem de antik kentin içinden yüzmenin tadını çıkartmıştım, az bir süre de olsa.

Belki yıllardır uzaktan uzağa bir hayranlık geliştirdiğim için, Olympos'a varınca karşılaştığım gerçeklik biraz hayal kırıklığı yarattı. Ağaç evler ve pansiyonların olduğu kısım, hippi tatilköyü ile burjuva özentisi arası bir haldeydi. Bir yandan, kısa tatil vesilesiyle, İstanbul ve İzmir'in lüks aramayan gençleri ve genç kalmaya çalışanları doldurmuştu Olympos'u. Kadir'in ağaç evleri'nde zorlukla yer buldum. Hippi tatili demişken, duşlar bu kadar soguk, tuvalet bu kadar pis olmak zorunda mıydı, bilmiyorum. Zaten seyahat boyunca, en rahat tuvalet ziyaretlerini OPET'te yapabildim. OPET'in temiz tuvalet kampanyasını alkışlamak lazım.

Neyse bu mevzuyu bırakalım, Kadir'in yerinde Fen Lisesi'nden yıllardır görmediğim arkadaşlarım Gülseren ve Gülderen (ikizler) ile karşılaştım. Çok ilginç bir duyguydu doğrusu. Hepimiz değişmişiz, elbette tek bakışta emin olamıyor insan. Ama bizim ikizlere benzeyen bir ikiz daha varmıdır diye düşünürken benim işim o kadar zor değildi doğrusu. Kadir'in ağaç evlerinde neyi sevdin derseniz, bir bu rastlantıları, bir insanların kolayca arkadaş olabildiği sosyal ortamını, bir de gece club'a dönüşen yan taraftaki "Öküz Bar"ını sevdim.

Tabii Öküz Bar'da ateş suyu'nda yüzüp ateş dansı yapmadan önce, gündüz Olympos sahiline gitmiştim. Güzel bir sahil ama bu kadar kalabalık olmasını beklemiyordum doğrusu. Sahile gidiş, sahilden dönüş, hatta sahilin kendisi bir belediye otobüsü gibiydi. O kadar kalabalığın içinde, görmeyi hiç ummadığım ve hatta hiç istemediğim kişilere de tasdüf ettim ki, insanın dünyanın fazla küçük olduğuna iman edesi geliyor.

Olympos'tan bir ısırık payını almış şekilde, ertesi gün, Kaş ve Kalkan'a doğru yola çıktım. Bu gezide pişman olduğum bir yan varsa, o da, dönerken girerim diyerek Kaputaş plajında yüzmemiş olmaktır. Ne bileyim, dağ yolundan dönmeye karar vereceğimi? Kaş'ta bir turlayıp bakındıktan sonra, Kaş'ın bir iki günde tadılabilecek bir yer olmadığından hareketle, Kalkan'a devam ettim. Güzel minicik bir koyun bir beton yığını ile Kuşadası'laştırılmasını görüp, Kalkan'a üzülsem de, bu hızımı kesmedi ve Patara'ya devam ettim.

Sit alanını biçimsiz yapılaşma için bir vesile olarak kullanan bölge insanı, Patara köyü'nde tuhaf bir yerleşim kurmuş olsa da, Turist miktarı böyle muhteşem bir sahil için şaşırtıcı bir biçimde azdı. Hani sahilin aşırı büyük olmasından dolayı tenha olmasını kastetmiyorum. Patara köyü'nde tüm esnaf Godot'u bekler gibi her an gelebilecek turistleri bekliyordu ama herhalde Turist'ler bu tuhaf köyde kalmak yerine Kalkan'a vs. gitmeyi tercih ettiklerindne Godot falan gelmedi. Ben de sahili o kadar beğenmiştim ki, bir gün kalmayı planladığım Patara'yı iki güne çıkararak, Patara sahilinde bir akşam üstü güneşini birkaç akşam birası ile batırıp, ertesi gün uçağı kaçırmamak için, gezimi daha hızlı gidilebilen ve muhtemelen de daha kısa bir yol olan, Toros dağlarının arasından geçen, Korkuteli yolundan, Korkuteli'de harika bir köfte yiyerek, Antalya havalimanında sonlandırdım.

Bu geziden alınacak dersler:
1) Asla bir tatil köyüne tıkılma.
2) Bilmediğin bir yerde mutlaka araba kirala ki, sınırlı zamanda çok yeri, rahatlıkla ve mobil olmanın avantajı ile görebil.
Zaten önümüzeki yaz planlarım arasında, bu turu bu sefer Kaş ve Fethiye arasında tekrarlamak ve bir benzerini de Güney Fransa & İspanya sahillerinde Cannnes - Barcelona arasında yapmak var. Bakalım önümüzdeki yaz neler getirecek? Şu tez bir bitsin, şu kış bir geçsin de. İkisi de beni üşütüyor doğrusu.

Etiketler:

2 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

Araba kiralanarak yapılan gezilerden hoşlanan başka biri olarak bir önerim daha olabilir. Çeşme'den Brindisi'ye kalkan ro-ro'lar ile İtalya'ya geçip ülkein altını üstüne getirmek gayet kolay bir yol, ve iyi yanı arabanı seviyorsan onunla birlikte geçebilmen. Tabi biz Brindisi'den kiralmıştık. Micra alacakken aynı paraya Rover 200s almıştık o da ayrı bir hikaye. Gerçi bu bahsettiğim şey daha çok bir aile gezisiydi ama ondört gün içinde Bruttium dışında neredeyse tüm İtalya'yı görmüş olduk. Rota aşağı yukarı şöyleydi. Brindisi Ostuni Bari Barletta Avelino Napoli Amalfitana(bu bölge olmazsa olmazlardan-Salerno Sorrento Capri dersem anlaşılır sanırım) Roma Firenze(floransa) Pisa Anzio Livorno La Spezia PortoFino Genoa (Torino'ya gidememdik hala üzülürüz.) Milano Lago di Garda Cremona Lodi Dolo Venedik Verona Ancona Bari Brindisi
Ve en iyi yanı nerede ne kadar kalacağının sana bağlı oluşu.
Ali Doruk Kahraman dorukk@su.sabanciuniv.edu

10:46 ÖS  
Blogger Deniz Tuncalp dedi ki...

Harika fikir. 10 yillik tatil kalkinma planlarina alinabilir. :)

10:49 ÖÖ  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa