Rock'N Coke 2005
Bu hafta sonu bir arkadaşımla Rock'N Coke'daydık. 50.000 kişinin katıldığı bu çap bir organizasyon için oldukça mükemmel geçen festivalde yine de eliştirilecek şeyler bulmak mümkün. Rock'N Coke'un iki yıl önceki ilk organizasyonuna katıldığım için heyecanlı bir şekilde ilk gün sabah festival alanı Hezarfen Havaalani'na ulaştık. İlk yıl otopark tıkır tıkır işliyordu, arabamızı çabucak parketmiştik. Dün ise yarım saatten fazla Otopark'ın içinde "dikilen" görevlilerin teker teker yüzlerce arabayi park ettirmesi sonucu beklemek zorunda kaldık. Hava yağmurlu oldugu için bir miktar çamur problemi vardı ama açık havada düzenlenen Rock festivalinde olur o kadar.
Ancak dikkatimi çeken önemli bir organizasyon farkı, temizlik ve dakiklik üzerineydi. İlk Rock'N Coke'da elinizdeki Cola bardağını atmak için çöp ararken, veya tahta masaların üstüne bıraktığınız an, bir temizlik görevlisi elinde çöp torbası ile gelip hemen alıyordu. Dün ise durum biraz farklıydı. Yeterli çöp kutusu olmadığı ve toplayan da olmadığı için, özellikle yemek yerlerinin yakını akşamın ilerleyen saatlerinde çöplüğe döndü.
İlk sene grupların başlangıçları, neredeyse saatlerinizi ayarlayabileceginiz kadar dakikken, gruplar yarım saate varan gecikmelerle sahne aldı. Ayrıca Ayça Şen'in iki yıl önceki seyirci ile diyalog kuran sunuculuguyla karşılaştırıldığında, yeni yetme bir delikanlının, "Bu adam kim ya?" diyerek tanımadığı İzzet Öz, sunucu olarak kitleyi yönlendirmekte yetersizdi. Manga'yı sunarken "Bir Kadın Çizeceksin"i "Bir Kadın Seveceksin" olarak sunmasından başka, apolitik bir hareketle, ana sponsor Coca Cola'yı öveyim derken, Coca Cola'nın yuhlanmasına da sebep oldu.
Üstüne üstlük gecenin sonunda, soğuk bastırıp yağmur ilerleyince, The Cure'un defalarca tekrar sahne almasına rağmen daha az dinlemeyi göze alarak otoparka erken gitmemize rağmen, yine bir saate yakın otoparktan çıkamadık. 5 kapıdan doldurulan otopark, Jandarma'nın kapıları kapatması nedeniyle 1 tane kapıdan boşaltılıyordu. İçinden çıkılmaz bir hale gelen otoparkın konser sonunda kaç saatte boşaldığını hayal bile edemiyorum.
Bu kadar detaylı gevezelikten sonra, gelelim muziğe. Tek kelimeyle harikaydı. Bu kadar iyi muzisyeni iki gün üst üste dinlemek ve izlemek çok iyi geldi dogrusu. Açılışı Rashit ve Hanin Elias (Almanya) yaptı. Devamında sahne alan ve bizlere İstanbul'u anlatan Pamela'nın sahne performansını, umdugumdan kötü buldum doğrusu.
Ceza, televizyonlara da yansıyan bir şekilde, kalabalık bir grupla sert bir polemik yaşadı. Toplam kitle içinde çok büyük sayılmasa da, yine de irice bir grup genç, "Rock Festivalinde HipHop'un Ne İşi Var?" diyerek, ki dertlerinin bu olduğunu çok zor anladım, elleriyle malum işareti yaparak, sahnenin hemen önünde toplandılar. Ceza ilk başta tepki vermese de, grubun giderek sesini yükseltmesi ve küfürün dozunu artırmasıyla, zaten tepkilerini çok tutmayan Ceza'nın önce "Çoğunluk dinliyor!" dediğine ve daha sonra "Dinlemiyorsan .iktir git" dediğine şahit olduk. Özünde protest müzik yaptığı ve savaş karşıtı ifadeleri olan şarkılar da söylediği için, açıkçası yapılan protestonun şekli ve dozu bana ayıp ve çocukça geldi. Zaten yapanların profili, daha çok "lise bebesi" ebadındaydı. Ceza'nın da başta sinirlense de, sonunda üzüldüğünü hissettim. Giderken, "Kötü bir şey yapmıyoruz çocuklar, gerçekten" deyişindeki kırıklık beni de üzdü doğrusu. Muzik türleri bu kadar iç içe geçtiği bir devirde, hemen yan sahnede hiphop ve elektronik muziğin binbir türlüsü çalınırken ve aslında bu dünyada ve ülkede protesto etmek gereken bunca şey varken, yapılan harekete anlayış göstermek çok mümkün değil.
Ceza'dan sonra The Tears ile soluk aldık ve daha sonra da Skin bombası patladı. Skin'in daha önce Maslak Venue'daki konserini kaçırmıştım. Ama iki gün içinde, seyirciyle onun kadar bütünleşebilen az kişi oldu diye düşünüyorum. Mesela, güvenliği geçip, seyircinin üstüne atladı. Bu kadarı yeter mi :) Kalabalik Skin'in sahne alması gecikince ve konser sırasında ismin çağrıştırdıkları yüzünden sıkıntı çekse de, bazıları muzipçe "Skin hadiii" diye bağırmaktan geri durmadı. Yaşayan en önemli kadın rock solistlerden biri olduğuna şüphe olmayan Skin, "Secretly" şarkısını söylerken kendimden geçtim.
Skin ile tempoyu yükseltmişken, Korn ile çarpıldık. Korn'un Türkiye'de çok hastası olduğunu biliyordum ama bu kadar çok olduğunu bilmiyordum. Oradan oraya zıplarken ciddi bir izdiham ve ezilme tehlikesi atlatsak ta, yine de Korn'dan "The Wall"ı söyleyen binlerce kişiye şahit olmak yağmura rağmen çok güzeldi. Ve sonra, tatlının üzerindeki kaymak misali The Cure geldi. Biraz yaşlanmış olsa da Cure cure idi. Hepimizi hasta etti :) Bir çok kişinin, sadece The Cure'u dinlemek için geldiği düşünülürse, kalabalığın her anlamda doruğa bu sırada erdiğini söylemek doğru olur. Konserin sonuna doğu, 50 bin kişinin dağılması felaketine kalmamak isterken, 5 defa tekrar sahneye geldiğini, ertesi sabah öğrendik, soğuktan ve kalabaliktan kaçınmak isterken "bis"leri görmemiş olmak, iki gün boyunca üzüldüğüm tek şey. Napalım, o da nazar boncuğu olsun.
İkinci gün, hızlı bir şekilde, Manga ile açılış yaptık. Son haftalarda arabada ve evde neredeyse aralıksız dinlediğim Manga'nın, son yıllarda muzik piyasasında, "Mor ve Ötesi" ile birlikte, başımıza gelen en iyi iki şeyden biri olduğunu düşünüyordum. Sahne performansı haklı olduğumu ispatladı. Harikaydılar. Ama tadı damağımda kaldı, doğrusu yetmedi. İlk Manga konserine mutlaka gidilecek, ve artık hepsini ezberlediğim şarkıları, bir kere daha, bu defa bir gece boyunca, bağıra çağıra söylenecek. Orası kesin.
Daha önce dinlemediğim Replikas ile festivalde tanıştım. Türk müziğini, stilize ederek de olsa, biraz fazla kullandıklarını düşünüyorum. Tabii bu benim fikrim. Zevkle dinleyen çoktu :) Festival, Brezilya'dan yerel muziği rock ile harmanlayan Nacao Zumbi ve Hot Hot Heat grupları ile devam etti. Biz o sırada, yan çadırdaki elektronik muzikle coşmayı ve çimlerin üzerindeki çok büyük olmayan bir minderin üzerinde toplam 7 kişi oturmayı tercih ettik. Çok geçerli bir sebebimiz vardı. Yorulmuştuk :)
İkinci günün benim için bombası, Şebo'ydu. Kalabalık kontrolden çıktı. Sanırım Şebnem Ferah, yeni çıkardığı Can Kırıkları albümü ile kariyerinin bir zirvesinde bulunuyor. Daha önce de Şebnem Ferah konserlerine gittim ama geçen hafta sonu, kalabalığın gözünde Şebnem bir ilaheydi. Şarkıları seyirciler söyledi, Şebnem yüzünden okunan bir zevkle, bize eşlik etti. 50 dk. boyunca çok farklı duyguları bir arada yaşadım. Birkaç damla yaş ile kocaman kahkahalar arasında savruldum. Kalabalığın tansiyonunu yüksek tutmak için olsa gerek, "Yağmurlar" gibi yavaş tempolu şarkılarını söylemedi Şebnem. İşte size ilk konserine gitmek için bir sebep.
İkinci günün tatlısının üzerindeki kaymak, bizim için Apocalyptica idi. Finlandiya'dan gelen grup, Çello ile klasik muzik ve rock arasında inanılmaz bir kombinasyon tutturmuş ve bunu muhteşem bir performans ile sahneye koyuyordu. Bir çello ile neler yapılabileceğini yer yer nefeslerimizi tutarak izledik. İkinci günün bir diğer bombası, bir çokları için Offspring idi, ama rüya bitmişti, yolumuz uzundu, sabah erken kalkmak lazımdı. Offspring'i pogo düşkünü hayranları ile bırakıp, rüya aleminden gerçeğe döndük.
Seneye mutlaka yine oradayım. Ama daha önce en az bir Manga, bir Şebnem Ferah konseri ile yurt dışında bir Skin konserine gitmek istiyorum. Bakalım kısmet.
Ancak dikkatimi çeken önemli bir organizasyon farkı, temizlik ve dakiklik üzerineydi. İlk Rock'N Coke'da elinizdeki Cola bardağını atmak için çöp ararken, veya tahta masaların üstüne bıraktığınız an, bir temizlik görevlisi elinde çöp torbası ile gelip hemen alıyordu. Dün ise durum biraz farklıydı. Yeterli çöp kutusu olmadığı ve toplayan da olmadığı için, özellikle yemek yerlerinin yakını akşamın ilerleyen saatlerinde çöplüğe döndü.
İlk sene grupların başlangıçları, neredeyse saatlerinizi ayarlayabileceginiz kadar dakikken, gruplar yarım saate varan gecikmelerle sahne aldı. Ayrıca Ayça Şen'in iki yıl önceki seyirci ile diyalog kuran sunuculuguyla karşılaştırıldığında, yeni yetme bir delikanlının, "Bu adam kim ya?" diyerek tanımadığı İzzet Öz, sunucu olarak kitleyi yönlendirmekte yetersizdi. Manga'yı sunarken "Bir Kadın Çizeceksin"i "Bir Kadın Seveceksin" olarak sunmasından başka, apolitik bir hareketle, ana sponsor Coca Cola'yı öveyim derken, Coca Cola'nın yuhlanmasına da sebep oldu.
Üstüne üstlük gecenin sonunda, soğuk bastırıp yağmur ilerleyince, The Cure'un defalarca tekrar sahne almasına rağmen daha az dinlemeyi göze alarak otoparka erken gitmemize rağmen, yine bir saate yakın otoparktan çıkamadık. 5 kapıdan doldurulan otopark, Jandarma'nın kapıları kapatması nedeniyle 1 tane kapıdan boşaltılıyordu. İçinden çıkılmaz bir hale gelen otoparkın konser sonunda kaç saatte boşaldığını hayal bile edemiyorum.
Bu kadar detaylı gevezelikten sonra, gelelim muziğe. Tek kelimeyle harikaydı. Bu kadar iyi muzisyeni iki gün üst üste dinlemek ve izlemek çok iyi geldi dogrusu. Açılışı Rashit ve Hanin Elias (Almanya) yaptı. Devamında sahne alan ve bizlere İstanbul'u anlatan Pamela'nın sahne performansını, umdugumdan kötü buldum doğrusu.
Ceza, televizyonlara da yansıyan bir şekilde, kalabalık bir grupla sert bir polemik yaşadı. Toplam kitle içinde çok büyük sayılmasa da, yine de irice bir grup genç, "Rock Festivalinde HipHop'un Ne İşi Var?" diyerek, ki dertlerinin bu olduğunu çok zor anladım, elleriyle malum işareti yaparak, sahnenin hemen önünde toplandılar. Ceza ilk başta tepki vermese de, grubun giderek sesini yükseltmesi ve küfürün dozunu artırmasıyla, zaten tepkilerini çok tutmayan Ceza'nın önce "Çoğunluk dinliyor!" dediğine ve daha sonra "Dinlemiyorsan .iktir git" dediğine şahit olduk. Özünde protest müzik yaptığı ve savaş karşıtı ifadeleri olan şarkılar da söylediği için, açıkçası yapılan protestonun şekli ve dozu bana ayıp ve çocukça geldi. Zaten yapanların profili, daha çok "lise bebesi" ebadındaydı. Ceza'nın da başta sinirlense de, sonunda üzüldüğünü hissettim. Giderken, "Kötü bir şey yapmıyoruz çocuklar, gerçekten" deyişindeki kırıklık beni de üzdü doğrusu. Muzik türleri bu kadar iç içe geçtiği bir devirde, hemen yan sahnede hiphop ve elektronik muziğin binbir türlüsü çalınırken ve aslında bu dünyada ve ülkede protesto etmek gereken bunca şey varken, yapılan harekete anlayış göstermek çok mümkün değil.
Ceza'dan sonra The Tears ile soluk aldık ve daha sonra da Skin bombası patladı. Skin'in daha önce Maslak Venue'daki konserini kaçırmıştım. Ama iki gün içinde, seyirciyle onun kadar bütünleşebilen az kişi oldu diye düşünüyorum. Mesela, güvenliği geçip, seyircinin üstüne atladı. Bu kadarı yeter mi :) Kalabalik Skin'in sahne alması gecikince ve konser sırasında ismin çağrıştırdıkları yüzünden sıkıntı çekse de, bazıları muzipçe "Skin hadiii" diye bağırmaktan geri durmadı. Yaşayan en önemli kadın rock solistlerden biri olduğuna şüphe olmayan Skin, "Secretly" şarkısını söylerken kendimden geçtim.
Skin ile tempoyu yükseltmişken, Korn ile çarpıldık. Korn'un Türkiye'de çok hastası olduğunu biliyordum ama bu kadar çok olduğunu bilmiyordum. Oradan oraya zıplarken ciddi bir izdiham ve ezilme tehlikesi atlatsak ta, yine de Korn'dan "The Wall"ı söyleyen binlerce kişiye şahit olmak yağmura rağmen çok güzeldi. Ve sonra, tatlının üzerindeki kaymak misali The Cure geldi. Biraz yaşlanmış olsa da Cure cure idi. Hepimizi hasta etti :) Bir çok kişinin, sadece The Cure'u dinlemek için geldiği düşünülürse, kalabalığın her anlamda doruğa bu sırada erdiğini söylemek doğru olur. Konserin sonuna doğu, 50 bin kişinin dağılması felaketine kalmamak isterken, 5 defa tekrar sahneye geldiğini, ertesi sabah öğrendik, soğuktan ve kalabaliktan kaçınmak isterken "bis"leri görmemiş olmak, iki gün boyunca üzüldüğüm tek şey. Napalım, o da nazar boncuğu olsun.
İkinci gün, hızlı bir şekilde, Manga ile açılış yaptık. Son haftalarda arabada ve evde neredeyse aralıksız dinlediğim Manga'nın, son yıllarda muzik piyasasında, "Mor ve Ötesi" ile birlikte, başımıza gelen en iyi iki şeyden biri olduğunu düşünüyordum. Sahne performansı haklı olduğumu ispatladı. Harikaydılar. Ama tadı damağımda kaldı, doğrusu yetmedi. İlk Manga konserine mutlaka gidilecek, ve artık hepsini ezberlediğim şarkıları, bir kere daha, bu defa bir gece boyunca, bağıra çağıra söylenecek. Orası kesin.
Daha önce dinlemediğim Replikas ile festivalde tanıştım. Türk müziğini, stilize ederek de olsa, biraz fazla kullandıklarını düşünüyorum. Tabii bu benim fikrim. Zevkle dinleyen çoktu :) Festival, Brezilya'dan yerel muziği rock ile harmanlayan Nacao Zumbi ve Hot Hot Heat grupları ile devam etti. Biz o sırada, yan çadırdaki elektronik muzikle coşmayı ve çimlerin üzerindeki çok büyük olmayan bir minderin üzerinde toplam 7 kişi oturmayı tercih ettik. Çok geçerli bir sebebimiz vardı. Yorulmuştuk :)
İkinci günün benim için bombası, Şebo'ydu. Kalabalık kontrolden çıktı. Sanırım Şebnem Ferah, yeni çıkardığı Can Kırıkları albümü ile kariyerinin bir zirvesinde bulunuyor. Daha önce de Şebnem Ferah konserlerine gittim ama geçen hafta sonu, kalabalığın gözünde Şebnem bir ilaheydi. Şarkıları seyirciler söyledi, Şebnem yüzünden okunan bir zevkle, bize eşlik etti. 50 dk. boyunca çok farklı duyguları bir arada yaşadım. Birkaç damla yaş ile kocaman kahkahalar arasında savruldum. Kalabalığın tansiyonunu yüksek tutmak için olsa gerek, "Yağmurlar" gibi yavaş tempolu şarkılarını söylemedi Şebnem. İşte size ilk konserine gitmek için bir sebep.
İkinci günün tatlısının üzerindeki kaymak, bizim için Apocalyptica idi. Finlandiya'dan gelen grup, Çello ile klasik muzik ve rock arasında inanılmaz bir kombinasyon tutturmuş ve bunu muhteşem bir performans ile sahneye koyuyordu. Bir çello ile neler yapılabileceğini yer yer nefeslerimizi tutarak izledik. İkinci günün bir diğer bombası, bir çokları için Offspring idi, ama rüya bitmişti, yolumuz uzundu, sabah erken kalkmak lazımdı. Offspring'i pogo düşkünü hayranları ile bırakıp, rüya aleminden gerçeğe döndük.
Seneye mutlaka yine oradayım. Ama daha önce en az bir Manga, bir Şebnem Ferah konseri ile yurt dışında bir Skin konserine gitmek istiyorum. Bakalım kısmet.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa