Başörtüsü Meselesi
Ülkemizin ikiye bölünmeden tartışmayı başaramadığı konulardan birisi de başörtüsü. Başörütüsü ile universitelere girilebilsin mi? Kamusal alan nasıl tanımlanır ve bu alanda dini simgelerle görev yapılabilir mi? Hizmet alınabilir mi? Ülkemizin fay hatlarından birisi bu konudan geçiyor.
Bu konuda kendi fikirlerimin tarihçesi bence ilginç bir geçmişten geliyor. İlk başlarda başörtüsüne tamamen karşı olduğumu hatırlıyorum. Hazırlıkta ingilzce öğretmeninin "Başörtülü birisini görünce arkadan yaklaşıp çözüvermek geliyor" dediğinde biraz rahatsız olmuştum ama çok da üstünde durmamıştım. Taa ki, mezun olduktan sonra eski mezunlardan birisi tarafından yapılan, bir ev toplantısında çok değer verdiğim bir hocamın "Eğitim almak temel insan haklarından birisidir. Ben dersime giren başörtülü kızın eğitim alma hakkını nasıl engelleyebilirim?" diyene kadar. Bu benim için temel bir sarsıntı anı oldu.
Üniversiteden bir arkadaşımın başörtülü arkadaşının eğitimde çektiği sıkıntıları dinledikçe, konu kafamda netleşti. İnsanların tercihlerine saygı duyulmalıydı. Özellikle çember sakallı, posbıyıklı erkeklerin universiteye bu gibi siyasi simgelerle girebiliyor olmaları, kızların ise dışarıda kalıyor olması bir ayrımcılık olarak canımı sıkıyor. Hem "siyasi simge"nin neresi yanlış bunu da bilemiyorum. Bize siyasetin politikanın kötü bir şey olduğunu kim söyledi? Tabi burada hizmet alan ve hizmet veren kavramını ayırdediyorum. Devlet adına hizmet veren kişiler belirli siyasi ve dini simgelerle iş göremezler. Eğer ilkemiz buysa yapmamız gereken çok iş var. Devletten hizmet alırken, karşınızdakinin tüm siyasi ve dini simgelerden arınmış olduğunu söyleyebilir durumda mısınız?
Kanımca, başörtüsü takmayanların, başörtülülerin okullara girmesi ile giderek başörtüsü takmanın norm haline geleceğini ve takmayanların takmaya zorlanacağından çekinmelerinin altında dağılmışlık, örgütsüzlük ve bundan doğan bir korku yatıyor. Öyle ya, Siyasi İslam ekolünden gelen akımların karşısında gerçekten alternatif yaratabilen bir hareket var mı? Siyasi islam yarın herkesi "mahalle baskısı" ile başörtüsü takmaya zorlarsa "meşum" kurtarıcıyı beklemekten başka yapabilecek neyiniz var? Kişisel hak ve özgürlükleri güvence altına almayı temel ilke edinmiş bir siyasi yapı, bir örgüt, bir parti biliyor musunuz?
İşte bu çaresizlik duygusudur ki, yarının korkusuna bugün özgürlüklerin kısıtlanmasından yana çıkabiliyor. O zaman çözüm de bellidir. Kişisel hak ve özgürlüklerin karşısında görünen her türlü siyasi akıma karşı, eşitlik, özgürlük ve dayanışmadan yana güçlü bir siyasi örgülenme. O zaman, türban takan genç kızın özgürlüğünden de çekinenler azalacaktır.
Başörtüsü takan yetenekli bir bilgisayar uzmanını düşünün. Devlet hizmeti göremez tamam. Ama kariyeri illa islamcı şirketlerle sınırlı olmak zorunda mıdır? Bu saflaşma giderek daha da keskinleşirken, insanları da çaresiz durumda bırakıyor.
Bu hususta okuduğum en zihin açıcı yazılardan birisi geçtiğimiz günlerde Radikal'de yayınlandı. Ben de paylaşmak istedim. Paylaşımı buraya koyarken, iki satır da ne düşündüğümü yazayım derken, laf lafı açtı. Buralara geldik :)
Başörtüsü... Nereye kadar? - Ayşe Kadıoğlu (Bağlantı)
1980'li yıllarda ABD'de siyasal ve toplumsal çatışmalara neden olan konuların başında kürtaj meselesi geliyordu. Konunun açıldığı sosyal ortamlarda insanlar birbirine giriyor, siyasetçilerin kamuya açık tartışmalarında kürtaj meselesinin gündeme gelmesi ile heyecan doruğa çıkıyordu. Siyasetin dışında konulardan da söz ettiğimiz keyifli dost meclislerinde bile söz dönüp dolaşıp kürtaj meselesine her geldiğinde kavga çıkardı. Acaba bu aklınıza bir şey getiriyor mu? Türkiye'de şu anda başörtüsü meselesi de benzer tartışmalara neden oluyor. Başın örtülmesini temel haklar düzeyinde ele alan ve bu kadınlara destek veren bazı liberal ve demokratlar kıyasıya eleştiriliyor. Peki onların başörtüsüne desteği nereye kadar?
Caran d'Ache'in karikatürü
Öncelikle aklıma gelen ünlü bir karikatürden söz edeceğim. Üçüncü Cumhuriyet Fransa'sının ayırt edici özelliği Dreyfus Meselesi idi. Fransız ordusunda yüzbaşı olan Alfred Dreyfus isimli bir Yahudi 1894 yılında Alman askeri ataşesine Fransız ordusunun sırlarını satmak, yani casusluk ve vatan hainliği ile suçlanmıştı. Fransızların L'Affaire olarak adlandırdıkları bu olay ile toplum, Dreyfus karşıtları (yani Yahudi karşıtları, monarşi, ordu ve Katolik kilisesi yanlıları) ve Dreyfus yanlıları (yani Cumhuriyetçiler, demokratlar ve ırkçılık karşıtları) olarak ikiye bölünmüştü. Toplumdaki bu bölünme ünlü heykelci Auguste Rodin, Edgar Degas, Claude Monet, Anatole France ve Emile Zola gibi ressam ve yazarları da içine çekmişti. Bu dönemin ünlü çizerlerinden Dreyfus karşıtı olan Caran D'Ache'ın çizdiği bir karikatür ise dönemin aileleri bile birbirine düşüren çatışmacı özelliğini son derece iyi özetliyordu. Bugün çoğu kişinin sadece bir kalem markası olarak bildiği Caran d'Ache, Dreyfus karşıtı idi ve içinde Yahudi karşıtı ve ordu yanlısı çizimler barındıran Psst...! isimli bir dergi çıkarıyordu. Caran d'Ache'ın ünlü karikatüründe iki çizim karesi vardır: Birinci karede, bir aile büyük bir masada güle oynaya yemek yer. Karenin altında masadakilerden birinin ağzından söylenmiş olan "Dreyfus meselesini tartışmayalım" yazar. İkinci karede ise masa yıkılmış, herkes birbirini boğazlar, havada sandalyeler uçuşur, altında ise "tartıştılar" yazar. İşte Fransa Üçüncü Cumhuriyeti'nde Dreyfus konusu, aileleri böyle bölmüştü.
ABD'de kürtaj meselesi
1980'ler Amerika'sında kimi zaman kavgayla son bulan ve polis müdahalesine maruz kalan eylemler de temelde hep kürtaj meselesi yüzünden ortaya çıkardı. Bugün ABD'de, Yüksek Mahkeme'nin 1973'te hamileliğin ilk aylarında kürtajı yasal kılan Roe vs Wade kararı ve bu kararın geri çevrilmesi üzerindeki tartışmalar, hâlâ en önemli siyasal tartışmalar arasında yer alıyor. Ahlakçı bir muhafazakârlığı savunan Cumhuriyetçiler, uzun zamandır kürtajın karşısındalar. 1980'lerde Amerika'nın doğu yakasındaki büyük şehirlerde kürtaj kliniklerinin önünde birçok eylem yapılırdı. Kendilerine "kürtaj karşıtı" yerine embriyonun yaşamına atıfla "yaşam yanlısı" (pro life) diyen gruplar, bu kliniklerin önünde boylu boyunca yerlere yatarak eylem yaparlardı. Kürtaj kararını kadınların kendilerinin vermesini savunanlar ise kendilerine "kürtaj yanlısı" değil, kadınların tercihine istinaden "tercih yanlısı" (pro choice) diyorlardı.
Başörtüsü ve reşitlik
Türkiye'de de bugün Caran d'Ache'ın ünlü karikatürünü hatırlatan bir bölünme ve kavga yaşanıyor. Başörtüsü meselesi açılınca huzurlu aile yemeklerinde tatsız tartışmalar oluyor, huzur kaçıyor. Hatta bu yazıda da "türban" yerine "başörtüsü" ifadesini kullanmama kızanlar vardır. Mesele öyle sembolik ki, türban mı yoksa başörtüsü mü dediğiniz önemli oluyor. PKK'ya "Pekaka" yerine "Pekeke" demek gibi. Adeta kullandığınız ifade sizi ele veriyor. Başörtüsü deyince, onu normalize ediyor ve neredeyse destekliyorsunuz zannediliyor. Oysa "türban" demek esas kötü niyeti bilmeye işaret ediyor. Türban takanlar, öyle büyükannelerin ya da evlere gelen hizmetçilerin taktığı masum bir eşarbı değil de militan bir kumaşı başlarına takıyor gibi algılanıyorlar. Ben de başörtülü kadınları içeren bir araştırma yapana kadar, her iki ifadeyi de kullanıyordum. Ancak anladım ki, türban ifadesi bu kadınların bazıları tarafından olumsuz anlamlarla yüklü. Adeta, siyahlardan söz ederken, bazı siyahlara hitaben ayrımcı bir ifade olan "nigger"ı kullanmak gibi algılanıyor. Türban ifadesi, başını örten kimi kadınları keyfi bir ayrımcılıkla karşı karşıya bırakıyor. Çünkü onun köktendinci bir dürtü ile takıldığı varsayılıyor. Üstelik bu ayrımlar da son derece keyfi bir şekilde yapılıyor. (Ben bu yazıyı yazarken Milliyet gazetesinde ikinci bölümü yayımlanmış olan yeni KONDA araştırmasında da bu ayrımın nasıl yapıldığı açık değil). Kiminki türban, kiminki başörtüsü, eninde sonunda keyfi bir tanım. Bence, tartışmayı bunun ötesine taşıyıp kişiye özgü temel hak ve özgürlüklerden söz etmek gerekiyor.
Türkiye'de gerek bazı liberaller, gerekse de demokratlar, başörtüsü konusunda kadınlara yıllardır destek veriyorlar. Çünkü bu meseleyi temel hak ve özgürlükler temelinde ele alıyorlar. Birçoğunun kişisel olarak başörtüsünden pek de hoşlandığını sanmıyorum. Ancak, başını örtmek bireysel bir tercihse eğer, bu tercihin arkasında durmak gerektiğini söylüyorlar. Adeta, kürtaj meselesindeki "tercih yanlısı" olmak gibi bir durum bu. "Kişisel tercih"le başını örten kadınların üniversitelere girmelerinde bir sakınca olmaması gerekir. Bunu engelleyen yasaklar konuyu daha da radikal bir hale getiriyor. Hatta TBMM de, devletin organları içinde, milletin temsil edildiği yer olarak farklı bir konuma sahip olduğu için, orada da başörtülü kadınların olabileceği düşünülebilir (en azından tartışılabilir). Ancak, devletin seçilmiş değil de atanmışlardan oluşan seçkinlerinin, başörtüsünü dışlayan kıyafet yönetmelikleri olması da anlaşılabilir bir durum. Devlet kendi atanmış memurlarının başörtüsü kullanmasının karşısında olabilir. Zaten demokrasi de sadece seçilmişler ve sadece atanmışlarla olamaz ve bunların arasında, herkesin kendi işini yaptığı bir dengeye dairdir. Mahkemelerde hakim başörtülü olamaz belki ama, sanık olabilmelidir. Ancak Türkiye'de zaman zaman bunun bile engellendiğini gördük.
Ancak demokratların başörtüsüne desteğinin de bir sınırı var. Bireysel tercih temelinde konuşabilmek için, bu tercihi yapacak kişilerin "reşit" olduklarını varsaymak gerekir. Geçtiğimiz hafta, kompozisyon ödülünü almak için çıktığı kürsüden indirilen kız çocuğu "reşit" değil. Onun başörtüsü takma "hakkı", üniversiteye giden ablalarınki ile aynı değil ve aynı gibi algılanmamalı. Bu fark çok ama çok önemli. ABD'de kürtaj meselesi konuşulurken "tercih yanlısı" konumu savunanlar, bunu yetişkin vatandaşlar için yapıyorlardı. Çocukların büyürken ve birey haline gelirken, her türlü dini ve milli baskının dışında tutulması son derece önemli. Bugün nasıl 11. sınıftaki -yani olsa olsa 16 yaşında olan- bir kız çocuğunun gidip kendi kendine kürtaj yaptırması düşünülemez ise, kendi kendine başörtüsü takmaya karar vermesi de anlamlı değildir. "Tercih hakkı" gibi temel hak ve özgürlükler yetişkinlik varsayımı üzerinden konuşulmalıdır. Elbette ki, çeşitli erkekler kollarını kavuşturmuş otururken, bu kız çocuğunun kürsüden indirilerek düşürüldüğü durum utanç vericidir, ancak olayın o noktaya gelmemesi ve bu kız çocuğunun zaten baştan okula başörtüsü ile gitmemesi gerekirdi. Başörtüsüne ilişkin "tercih" olsa olsa "reşit" olan üniversite öğrencileri açısından anlamlı bir tercihtir. İlk ve ortaöğrenim okullarında böyle bir "tercih" söz konusu olamaz. Genelde çocuklara takdir edilesi bir ihtimam gösteren Başbakan ve eşinin de bu kız çocuğuna teselli telefonu etmeleri bu ince ayrımı görmediklerine işaret ettiği için düşündürücüdür.
Bu konuda kendi fikirlerimin tarihçesi bence ilginç bir geçmişten geliyor. İlk başlarda başörtüsüne tamamen karşı olduğumu hatırlıyorum. Hazırlıkta ingilzce öğretmeninin "Başörtülü birisini görünce arkadan yaklaşıp çözüvermek geliyor" dediğinde biraz rahatsız olmuştum ama çok da üstünde durmamıştım. Taa ki, mezun olduktan sonra eski mezunlardan birisi tarafından yapılan, bir ev toplantısında çok değer verdiğim bir hocamın "Eğitim almak temel insan haklarından birisidir. Ben dersime giren başörtülü kızın eğitim alma hakkını nasıl engelleyebilirim?" diyene kadar. Bu benim için temel bir sarsıntı anı oldu.
Üniversiteden bir arkadaşımın başörtülü arkadaşının eğitimde çektiği sıkıntıları dinledikçe, konu kafamda netleşti. İnsanların tercihlerine saygı duyulmalıydı. Özellikle çember sakallı, posbıyıklı erkeklerin universiteye bu gibi siyasi simgelerle girebiliyor olmaları, kızların ise dışarıda kalıyor olması bir ayrımcılık olarak canımı sıkıyor. Hem "siyasi simge"nin neresi yanlış bunu da bilemiyorum. Bize siyasetin politikanın kötü bir şey olduğunu kim söyledi? Tabi burada hizmet alan ve hizmet veren kavramını ayırdediyorum. Devlet adına hizmet veren kişiler belirli siyasi ve dini simgelerle iş göremezler. Eğer ilkemiz buysa yapmamız gereken çok iş var. Devletten hizmet alırken, karşınızdakinin tüm siyasi ve dini simgelerden arınmış olduğunu söyleyebilir durumda mısınız?
Kanımca, başörtüsü takmayanların, başörtülülerin okullara girmesi ile giderek başörtüsü takmanın norm haline geleceğini ve takmayanların takmaya zorlanacağından çekinmelerinin altında dağılmışlık, örgütsüzlük ve bundan doğan bir korku yatıyor. Öyle ya, Siyasi İslam ekolünden gelen akımların karşısında gerçekten alternatif yaratabilen bir hareket var mı? Siyasi islam yarın herkesi "mahalle baskısı" ile başörtüsü takmaya zorlarsa "meşum" kurtarıcıyı beklemekten başka yapabilecek neyiniz var? Kişisel hak ve özgürlükleri güvence altına almayı temel ilke edinmiş bir siyasi yapı, bir örgüt, bir parti biliyor musunuz?
İşte bu çaresizlik duygusudur ki, yarının korkusuna bugün özgürlüklerin kısıtlanmasından yana çıkabiliyor. O zaman çözüm de bellidir. Kişisel hak ve özgürlüklerin karşısında görünen her türlü siyasi akıma karşı, eşitlik, özgürlük ve dayanışmadan yana güçlü bir siyasi örgülenme. O zaman, türban takan genç kızın özgürlüğünden de çekinenler azalacaktır.
Başörtüsü takan yetenekli bir bilgisayar uzmanını düşünün. Devlet hizmeti göremez tamam. Ama kariyeri illa islamcı şirketlerle sınırlı olmak zorunda mıdır? Bu saflaşma giderek daha da keskinleşirken, insanları da çaresiz durumda bırakıyor.
Bu hususta okuduğum en zihin açıcı yazılardan birisi geçtiğimiz günlerde Radikal'de yayınlandı. Ben de paylaşmak istedim. Paylaşımı buraya koyarken, iki satır da ne düşündüğümü yazayım derken, laf lafı açtı. Buralara geldik :)
Başörtüsü... Nereye kadar? - Ayşe Kadıoğlu (Bağlantı)
1980'li yıllarda ABD'de siyasal ve toplumsal çatışmalara neden olan konuların başında kürtaj meselesi geliyordu. Konunun açıldığı sosyal ortamlarda insanlar birbirine giriyor, siyasetçilerin kamuya açık tartışmalarında kürtaj meselesinin gündeme gelmesi ile heyecan doruğa çıkıyordu. Siyasetin dışında konulardan da söz ettiğimiz keyifli dost meclislerinde bile söz dönüp dolaşıp kürtaj meselesine her geldiğinde kavga çıkardı. Acaba bu aklınıza bir şey getiriyor mu? Türkiye'de şu anda başörtüsü meselesi de benzer tartışmalara neden oluyor. Başın örtülmesini temel haklar düzeyinde ele alan ve bu kadınlara destek veren bazı liberal ve demokratlar kıyasıya eleştiriliyor. Peki onların başörtüsüne desteği nereye kadar?
Caran d'Ache'in karikatürü
Öncelikle aklıma gelen ünlü bir karikatürden söz edeceğim. Üçüncü Cumhuriyet Fransa'sının ayırt edici özelliği Dreyfus Meselesi idi. Fransız ordusunda yüzbaşı olan Alfred Dreyfus isimli bir Yahudi 1894 yılında Alman askeri ataşesine Fransız ordusunun sırlarını satmak, yani casusluk ve vatan hainliği ile suçlanmıştı. Fransızların L'Affaire olarak adlandırdıkları bu olay ile toplum, Dreyfus karşıtları (yani Yahudi karşıtları, monarşi, ordu ve Katolik kilisesi yanlıları) ve Dreyfus yanlıları (yani Cumhuriyetçiler, demokratlar ve ırkçılık karşıtları) olarak ikiye bölünmüştü. Toplumdaki bu bölünme ünlü heykelci Auguste Rodin, Edgar Degas, Claude Monet, Anatole France ve Emile Zola gibi ressam ve yazarları da içine çekmişti. Bu dönemin ünlü çizerlerinden Dreyfus karşıtı olan Caran D'Ache'ın çizdiği bir karikatür ise dönemin aileleri bile birbirine düşüren çatışmacı özelliğini son derece iyi özetliyordu. Bugün çoğu kişinin sadece bir kalem markası olarak bildiği Caran d'Ache, Dreyfus karşıtı idi ve içinde Yahudi karşıtı ve ordu yanlısı çizimler barındıran Psst...! isimli bir dergi çıkarıyordu. Caran d'Ache'ın ünlü karikatüründe iki çizim karesi vardır: Birinci karede, bir aile büyük bir masada güle oynaya yemek yer. Karenin altında masadakilerden birinin ağzından söylenmiş olan "Dreyfus meselesini tartışmayalım" yazar. İkinci karede ise masa yıkılmış, herkes birbirini boğazlar, havada sandalyeler uçuşur, altında ise "tartıştılar" yazar. İşte Fransa Üçüncü Cumhuriyeti'nde Dreyfus konusu, aileleri böyle bölmüştü.
ABD'de kürtaj meselesi
1980'ler Amerika'sında kimi zaman kavgayla son bulan ve polis müdahalesine maruz kalan eylemler de temelde hep kürtaj meselesi yüzünden ortaya çıkardı. Bugün ABD'de, Yüksek Mahkeme'nin 1973'te hamileliğin ilk aylarında kürtajı yasal kılan Roe vs Wade kararı ve bu kararın geri çevrilmesi üzerindeki tartışmalar, hâlâ en önemli siyasal tartışmalar arasında yer alıyor. Ahlakçı bir muhafazakârlığı savunan Cumhuriyetçiler, uzun zamandır kürtajın karşısındalar. 1980'lerde Amerika'nın doğu yakasındaki büyük şehirlerde kürtaj kliniklerinin önünde birçok eylem yapılırdı. Kendilerine "kürtaj karşıtı" yerine embriyonun yaşamına atıfla "yaşam yanlısı" (pro life) diyen gruplar, bu kliniklerin önünde boylu boyunca yerlere yatarak eylem yaparlardı. Kürtaj kararını kadınların kendilerinin vermesini savunanlar ise kendilerine "kürtaj yanlısı" değil, kadınların tercihine istinaden "tercih yanlısı" (pro choice) diyorlardı.
Başörtüsü ve reşitlik
Türkiye'de de bugün Caran d'Ache'ın ünlü karikatürünü hatırlatan bir bölünme ve kavga yaşanıyor. Başörtüsü meselesi açılınca huzurlu aile yemeklerinde tatsız tartışmalar oluyor, huzur kaçıyor. Hatta bu yazıda da "türban" yerine "başörtüsü" ifadesini kullanmama kızanlar vardır. Mesele öyle sembolik ki, türban mı yoksa başörtüsü mü dediğiniz önemli oluyor. PKK'ya "Pekaka" yerine "Pekeke" demek gibi. Adeta kullandığınız ifade sizi ele veriyor. Başörtüsü deyince, onu normalize ediyor ve neredeyse destekliyorsunuz zannediliyor. Oysa "türban" demek esas kötü niyeti bilmeye işaret ediyor. Türban takanlar, öyle büyükannelerin ya da evlere gelen hizmetçilerin taktığı masum bir eşarbı değil de militan bir kumaşı başlarına takıyor gibi algılanıyorlar. Ben de başörtülü kadınları içeren bir araştırma yapana kadar, her iki ifadeyi de kullanıyordum. Ancak anladım ki, türban ifadesi bu kadınların bazıları tarafından olumsuz anlamlarla yüklü. Adeta, siyahlardan söz ederken, bazı siyahlara hitaben ayrımcı bir ifade olan "nigger"ı kullanmak gibi algılanıyor. Türban ifadesi, başını örten kimi kadınları keyfi bir ayrımcılıkla karşı karşıya bırakıyor. Çünkü onun köktendinci bir dürtü ile takıldığı varsayılıyor. Üstelik bu ayrımlar da son derece keyfi bir şekilde yapılıyor. (Ben bu yazıyı yazarken Milliyet gazetesinde ikinci bölümü yayımlanmış olan yeni KONDA araştırmasında da bu ayrımın nasıl yapıldığı açık değil). Kiminki türban, kiminki başörtüsü, eninde sonunda keyfi bir tanım. Bence, tartışmayı bunun ötesine taşıyıp kişiye özgü temel hak ve özgürlüklerden söz etmek gerekiyor.
Türkiye'de gerek bazı liberaller, gerekse de demokratlar, başörtüsü konusunda kadınlara yıllardır destek veriyorlar. Çünkü bu meseleyi temel hak ve özgürlükler temelinde ele alıyorlar. Birçoğunun kişisel olarak başörtüsünden pek de hoşlandığını sanmıyorum. Ancak, başını örtmek bireysel bir tercihse eğer, bu tercihin arkasında durmak gerektiğini söylüyorlar. Adeta, kürtaj meselesindeki "tercih yanlısı" olmak gibi bir durum bu. "Kişisel tercih"le başını örten kadınların üniversitelere girmelerinde bir sakınca olmaması gerekir. Bunu engelleyen yasaklar konuyu daha da radikal bir hale getiriyor. Hatta TBMM de, devletin organları içinde, milletin temsil edildiği yer olarak farklı bir konuma sahip olduğu için, orada da başörtülü kadınların olabileceği düşünülebilir (en azından tartışılabilir). Ancak, devletin seçilmiş değil de atanmışlardan oluşan seçkinlerinin, başörtüsünü dışlayan kıyafet yönetmelikleri olması da anlaşılabilir bir durum. Devlet kendi atanmış memurlarının başörtüsü kullanmasının karşısında olabilir. Zaten demokrasi de sadece seçilmişler ve sadece atanmışlarla olamaz ve bunların arasında, herkesin kendi işini yaptığı bir dengeye dairdir. Mahkemelerde hakim başörtülü olamaz belki ama, sanık olabilmelidir. Ancak Türkiye'de zaman zaman bunun bile engellendiğini gördük.
Ancak demokratların başörtüsüne desteğinin de bir sınırı var. Bireysel tercih temelinde konuşabilmek için, bu tercihi yapacak kişilerin "reşit" olduklarını varsaymak gerekir. Geçtiğimiz hafta, kompozisyon ödülünü almak için çıktığı kürsüden indirilen kız çocuğu "reşit" değil. Onun başörtüsü takma "hakkı", üniversiteye giden ablalarınki ile aynı değil ve aynı gibi algılanmamalı. Bu fark çok ama çok önemli. ABD'de kürtaj meselesi konuşulurken "tercih yanlısı" konumu savunanlar, bunu yetişkin vatandaşlar için yapıyorlardı. Çocukların büyürken ve birey haline gelirken, her türlü dini ve milli baskının dışında tutulması son derece önemli. Bugün nasıl 11. sınıftaki -yani olsa olsa 16 yaşında olan- bir kız çocuğunun gidip kendi kendine kürtaj yaptırması düşünülemez ise, kendi kendine başörtüsü takmaya karar vermesi de anlamlı değildir. "Tercih hakkı" gibi temel hak ve özgürlükler yetişkinlik varsayımı üzerinden konuşulmalıdır. Elbette ki, çeşitli erkekler kollarını kavuşturmuş otururken, bu kız çocuğunun kürsüden indirilerek düşürüldüğü durum utanç vericidir, ancak olayın o noktaya gelmemesi ve bu kız çocuğunun zaten baştan okula başörtüsü ile gitmemesi gerekirdi. Başörtüsüne ilişkin "tercih" olsa olsa "reşit" olan üniversite öğrencileri açısından anlamlı bir tercihtir. İlk ve ortaöğrenim okullarında böyle bir "tercih" söz konusu olamaz. Genelde çocuklara takdir edilesi bir ihtimam gösteren Başbakan ve eşinin de bu kız çocuğuna teselli telefonu etmeleri bu ince ayrımı görmediklerine işaret ettiği için düşündürücüdür.
Bütün bunlar, çocukları ve henüz reşit olmayan gençleri "insan" yerine koymamak olarak anlaşılmamalı. Aksine, onları insan yerine koymak için onların bazı tercihleri "erken" yapmamalarını sağlamak ve birey olmalarına öncelik vermek gerek. Başörtüsü konusunda demokratların desteği, belli alanlarda ve "reşit"lik sonrası başlıyor. Cumhurbaşkanı'nın "eşi"nin başörtülü olması da bu anlamda bir sorun olmamalı. Ancak, bugün Türkiye'de hiçbir demokratın, çocukların başörtülü olmaları "hakkı"nı savunacağını sanmıyorum. Ne zaman, Caran d'Ache'ın ünlü karikatüründeki gibi, konuyu ilericilik-gericilik ekseninde mutlakçı bir kavgaya kilitlemekten vazgeçeceğiz? Ne zaman, başörtüsüne toptan karşı olmak ya da külliyen ondan yana olmak gibi bir mutlakçılığı bir kenara bırakıp bu ince ayrımları konuşacağız?
Etiketler: yazi
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa