29 Ocak 2010

Copacabana

Istanbul’u ozledigimi, Rio’nun aksam trafiginde bir konsere yetismeye calisirken fark edecegim aklima gelmezdi. Yolda taksi soforu ile taktik gelistirerek konsere yetismek birden cok tanidik geldi. Istanbul’da eglenmek de, dinlenmek de, yasamak da surekli bir taktik gelistirme faliyeti gerektirdigi icin, Rio'daki bu halim birden kopru trafiginii hatirlativerdi bana. Ozleniyor mu? Ozleniyormus hakikaten.
Brezilya ile Turkiye gercekten cok benziyor. Duzensiz sehirler, bazisina polisin de giremedigi ‘favela’ gecekondu mahalleleri, eglenceye duskunluk, trafik icinde bogusan arabalar ve arabalarin icindeki insanlar, yuksek gelir semtlerinde yeni yapilmis buyuk alisveris merkezlerinde klimatize kurtarilmis bolgelerde gezen tozma pratigi burada da mevcut. Globallesme her yeri aynilastiriyor. Ancak Brezilya - Turkiye benzerligi gelismis bir ulke olmaya calisirken pek cok yapisal sorunla bogusmanin getirdigi ayri bir benzerlik.
Nufusun da, yuz olcumunun de bizden cok cok fazla olmasindan kaynakli avantajlari oldugu gibi dezavantajlari var. 8.5 milyon kilometre karelik alani ile Brezilya, dunyanin en genis alana yayilmis 5.ulkesi. Nufusu da yaklasik 200 milyon. Dolayisiyla ekonomi de sorunlari da cok buyuk. Yetismis, egitimli, cok farkli sektorlerde gelismis endustrileri olan bir ulke olmanin yani sira, kendisine bir istikbal yaratilamamis, issiz milyonlarin sokaklarda yasadigi, sefalet cektigi, sansli olanlarin plajlarda bira, kola, guarana vb. meyve suyu satma mucadelesi verdigi veya favela’larda nuyusturucu ticareti yaptigi bir yer burasi.
Bunun neredeyse dogal bir sonucu olarak guvenlik de ciddi bir problem ama sagduyu sahibi her Turk beladan olabildigince kacinabilir. Kurallar basit. Fotograf makinenizi, cantanizi sallaya sallaya tasimiyor, size yolda her denene inanmiyor, tekin olmayan taksi soforlerine karsi uyanik olmaya, mumkunse taksi duragi kullanmaya calisiyor, karanlik sokaklara girmiyorsunuz. Modernitenin bagrinda yetismis batili turistler icin zor olsa da, bizim icin anlasilabilir guvenlik onlemleri. Tabii benim gibi esmer birisi icin uygulamasi kolay olan bu kurallar, sarisin renki gozlu kisiler icin biraz daha uygulamasi zor olabilir. Neticede, ne kadar da suda balik olmaya calisirsaniz calisin, sarisin birisi gectigi zaman tum cadde donup bakiyor :)
Guvenlik mevzusunun temel bir yer teskil ettigi Rio de Janeiro’da, gorebildigim tek polisiye aktivite de, dun gece ana yolda trafigi kilitleyen alkol kontrolu ile Copacabana’nin ana caddesindeki kopya CD / DVD’cileri kovalama faliyetiydi. Her apartman, sirket, ofis, hatta sokaklar ozel guvenlikcilerle kendilerini korumaya, demir parmakliklarla, engellerle kalecikler yaratmaya calistiklari bir sehirde, polisin alkol ve kopya CD pesinde kosmasi da ironik olsa gerek. Tabii onlar da hakli, gecen hafta sehirin tekin olmayan Kuzey bolgesinde bir favela mahallesine girmeye kalkan 6 normal vatandasin polis sanilarak otomatik silahlarla olduruldugu dusunulurse, sig sularda gezmek gayet anlasilabilir.
Rio’nun iki ana bolgesi var. Zona Sul ve Zona Norte. Guney ve Kuzey. Guney sahiller, plajlar, eglence ve para demek. Kuzey ise favela’lar ve daha fakir semtleri barindiriyor. Elbette her iki tarafta da istisnalar var. Zaten favela dediginiz sey, Rio’da her yerde. Copacabana'nin hemen yaninda da 2 tane favela mevcut. Gectigimiz gunlerde bir iki sehir merkezi deneyimi disinda genellikle Copacabana ve Ipanema’daydim. Copacabana, guney Rio’da 4 km. lik meshur plaji ve dalga seklinde desenli mozaik kaldirimi ile taninan bir sahil semti. Semtin hemen bitisinde Copacabana kalesi ve sorfculerin ugrak yeri Arpoador sahili ve daha az dalgali, daha mavi (akdeniz mavisi gibi degil, sadece Copacabana’nin yesiline gore daha mavi) Ipanema geliyor. Copacabana’da yapimi yakin yillarda baslanan metro’nun 3 duragi bulunuyor. Bu yonde son durak da simdilik Ipanema. Birbirine paralel caddelerden cok sayida otobus geciyor ve yogun bir araba trafigi var. Dolayisiyla kaldiginiz yeri bu caddelerden secerseniz, egzos dumani ve trafik gurultusu icinde kalabilirsiniz. Copacabana ve Ipanema deyince akliniza sahil kasabalari gelmesin. Cok katli apartmanlarin bulundugu bir buyuk sehir mahallesinden bahsediyoruz. Metro ve otobusten ayrica, sahil ve ikinci kordon diyebilecegim caddelerden giden dolmuslar da mevcut. Meger dolmus sadece bizde olan bir sistem degilmis. Elden ele para uzatmak dahil isleyis cok benziyor. Ama parayi akrobatik hareketlerle sofor degil ayakta duran muavin toplayip ust dagitiyor.
Bu semtlerde ve sanirim sehrin diger tum semtlerinde de, hemen her kosede bir meyve suyu bufesi ve yiyecek bufesi enflasyonu var. Yiyecek bufeleri cok guzel tropikal meyve sulari ile kiymali peynirli corek benzeri hamur isleri satarken, meyve suyu yapan bufeler ise bu konuda adeta uzmanlasmis. Taksim Kizilkayalardaki Atom'a benzer cok degisik karisimlar ve tatlar bulmak mumkun. Yazin sicaginda en revacta olan da Acai meyvesinden yapilan ve donmaya yakin sicaklikta sunulan Acai. Kumsalda da satilan bu icecegi, bu meyve suyu bufelerinden almanizi tavsiye ederim zira soguk soguk harika oluyor. Kumsal saticilarinin o soguklukta tutmasina imkan yok. Kumsal saticilari ayri bir film. Baska bir yazida bahsetmeyi dusunuyorum.
Bir de Brezilya tarihi mevzusu var. Bayraginin ortasinda "order and progress" yazan, totaliter bir anlayistan bayragin dondan terlige her yere koyacak kadar rahatlamis sivil bir noktaya gelmisler. Ekonomik kalkinmislik farklarindan ve gelirden alinan payin farkliligindan olsa gerek, ic ice yasayan irklar ve halklar arasindaki tansiyon biraz dikkatli bakinca goze carpiyor. Bu konular hakkinda yazip cizmek bence daha derin analiz ve deneyim gerektiriyor. Burada verisini toplamaya calistigim arastirma, is ortaminin kurumsal cercevesi konusunda mulakatlar yapmami gerektirdigi icin, zamanla biraz daha derin bir anlayis gelistirebilmeyi umuyorum. Bunlari tamamladigimda, Brezilya'nin sosyokulturel ortami hakkinda daha iceriden perspektifler de yazabilmeyi umuyorum.
Devamı

Rio de Janeiro

ABD'nin karindan sogunundan kisindan daha ilk senemde bikip, iki proje arasina da uzunca bir bos sure sIkIsInca, "bir daha kim gelecek" dusturundan hareketle kalktim Brezilya'ya geldim. Onumuzdeki birkac hafta sizlere Rio'dan ve belki diger bazi sehirlerden Brezilya izlenimlerimi yazmayi hedefliyorum.
Hem bize cok benzer, hem de bizden cok farkli problemlerin icinde yogurulan degisik ve buyuk bir ulke burasi. Latin kulturu kaynakli Akdenizliligi gelir gelmez hissediyorsunuz. Akdenizden bu kadar uzakta bile Akdenizin pesimi birakmamasindan memnunum. Latin Amerikada galiba portekizce konusan tek veya tek degilse de en buyuk ulke burasi. Digerleri Ispanyolca konusuyor. Birbirlerini kelime yapilarinin benzerliklerinden dolayi anliyorlar. Birisi portekizce birisi ispanyolca konusan iki kisinin diyaloguna da isim vermisler: Portunyol. Bu benchmark, siyaset kulturumuzde farkli dusunenlerin konusup anlasmasa da birbirini anlamasi acisindan bir ornek olabilir mi?
Ilk gunun izlenimi, gelir dagilimi makasi epey acik gibi geldi. Henuz rakam gormedim, veri aramadim ama acep bizden fazla midir, az midir bu makasin acikligi simdilik ona dair anekdotlara bakiniyorum. Resmini cekmedim ama Rio havaalani biraz Ataturk havalimaninin TAV oncesi haline benziyor. "Favela" dedikleri sehrin kuzeyindeki yikik dokuk kriminal sokaklar de bizim gecekondu semtlerini ne kadar andirir acaba? Bir parti varmis, gidip gorecegim favela / gecekondu'nun nasil tum kriminal potansiyeline karsin turistik bir unsur haline getirildigine.
Tabii soylemeye gerek yok sahiller super. Sehrin icinde, evlerin yaninda kumsal olayi hep hosuma gidiyor. Karpuzkaldiran tarafini adam akilli gezip yasamamis birisi olarak Antalya'nin o cenahi ile karsilastiramiyorum. Ama Izmir'in icinde denize girilebilen bir kumsal olsaydi, nasil accccaip olurdu diye Nice, Barcelona gibi yerlere gidince hep dusunmusumdur. Rio de Janeiro, bu zincirin yeni bir halkasi oldu. Simdi deli bir yagmur yagiyor. Bakalim yarin kumlar kurumus olacak mi? Eninde sonunda bu yagmur yarin bize nem olarak geri donecek sanirim. Tropikal iklime hos bulduk.
Bu giristen sonra eger dagilmaz da yazabilirsem, ilk bolum Copacabana hakkinda olacak. Sonra Ipanema ve Leblon civarlariyla ilgili seyler olur muhtemelen.
Devamı

3 Ocak 2010

Müzik Hayattır...


Uzun zamandır bu kadar etkileyici bir şey dinlememiştim. Akıl edene, üretene, söyleyene, kurguyalana helal olsun.
Devamı

29 Aralık 2009

Teknokritik - 14: Üniversitelerimizin İnternet’teki Yeri ve İnternet Üzerinden Bizimle İlişkisi

(turk.internet.com)

Tarihte, öğrenci ve öğretim üyelerinin bu statülerinden kaynaklanan çeşitli haklara sahip olduklarını söyleyen ve bu hakları korumayı amaçlayan “üniversite” meslek birlikleri zaman içinde gelişerek bugün bildigimiz üniversitelerin ilk örneklerini oluşturmuş. Genellikle, adında “üniversite” sözcüğü ilk defa geçen yüksek eğitim okulunun 1088 yılında İtalya’da kurulmuş ve varlığını bugün de sürdüren Bologna Üniversitesi olduğu söylenir. Ne ilginçtir ki, diğer bazı kaynaklar, en eski üniversite olarak, Bologna’dan da daha önce, 425 yılında İstanbul’da Bizans sarayı içinde kurulmuş Constantinople Üniversitesi’nin dünyanın en eski üniversitesi olduğunu söylüyorlar (http://getir.net/7lg).

Dünyadaki üniversiteleri sıralamaya çalışan ve en iyi üniversiteleri tespit etmeyi amaçlayan karşılaştırma çalışmalarının bazıları, üniversitenin geleneğini de hesaba katmak için üniversitenin kaç yaşında oldugunu dikkate aldığı ve bu sıralamalarda öne geçmek için okulların ne taktikler uyguladıkları düşünürse, zaten kendi İnternet sitesinde tarihini Bizans dönemine dayandıran İstanbul Üniversitesi için burada önemli bir fırsat yatıyor olabilir. Şaka bir yana dünyada üniversiteleri çeşitli performans kriterleri üzerinden farklı amaçlar için karşılaştıran pek çok endeks ve sıralama çalışması bulunuyor. Türiye’de her yıl üniversite sınavlarında bir önceki yıl sınava giren öğrencilerin tercihlerinden doğan kollektif çıktıyı temel alan bir sıralama alışkanlığı bulunsa da, yarının tercihleri için dünün tercih yapmışlarına bakmaktan başka pek çok alternatif karşılaştırma da kurgulamak mümkün.

Bu sıralama çalışmalarından bir tanesi de üniversitelerin, yarının dünyasının can damarını teşkil eden Internet ağı üzerinde ne kadar merkezi ve önemli bir yer tuttuğunu ölçmeyi amaçlayan Webometrics Dünya Üniversiteleri sıralaması (www.webometrics.info). Bir üniversitenin, İnternet üzerinde dünya ile paylaştığı toplam içeriğin ne kadar zengin olduğu ve ne kadar referans gösterildigine göre yapılan bu sıralamanın ilk 10 sırası Amerikan üniversiteleri tarafından paylaşılmış durumda. Örneğin, birinci Massachusets Teknoloji Enstitüsü’nün tüm ders içeriklerini dünya ile paylaşmak için yıllardır çalıştığı, ikinci Harvard’ın eğitim verdiği alanlarda bilgi vermek amaçlı pek çok açıkgünlük (blog), tartışma ve içerik sayfası sunduğu düşünürsek, en azından sıralamanın ilk sıralarının gayet yerinde olduğu kolaylıkla söylenebilir. Yazının girişinde bahsettiğim Bologna Üniversitesi ise söz konusu sıralamaya Dünya’nın 72., Avrupa’nın 11., ve İtalya’nın en iyi üniversitesi olarak girmiş.

En İyi 10 Üniversite
1. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü
2. Harvard Üniversitesi
3. Stanford Üniversitesi
4. Kaliforniya Üniversitesi Berkeley
5. Cornell Üniversitesi
6. Wisconsin Üniversitesi Madison
7. Minnesota Üniversitesi
8. Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü
9. Illinois Üniversitesi Urbana Champaign
10. Michigan Üniversitesi
Kaynak: Aralık 2009, www.webometrics.info

Üniversitelerin İnternet’i ne kadar iyi kullandıkları ve İnternet üzerinde ne kadar referans alındıklarını ölçen bu çalışmada, Türkiye, ülke olarak Güney Afrika’dan sonra, Kolombiya’dan önce, 45. sırada bulunuyor. Malesef ilk 100 üniversite arasında Türkiye’den hiç üniversite bulunmuyor. İlk 500’de bir, İlk 1000’de ise sadece 8 üniversitemiz kendisine yer bulabilmiş durumda. Aralık 2009 itibariyle Yükseköğretim Kurlu’nun İnternet sitesinde, bağlantı verilmiş 131 üniversitemiz bulunsa da, bunlardan sadece 70 tanesi ve bunlara ek olarak 1 tıp fakültesi, 1 araştırma merkezi, 2 harp okulu ve Türkiye dışında eğitim veren 1 üniversite, Dünya’daki ilk 6.000 okul içinde yerini almış. Türkiye kaynaklı bu kuruluşların Dünya sıralamasındaki yerleri de şöyle:

TÜRKİYE’DEN ÜNİVERSİTELERİN DÜNYA SIRALAMASI

1 Orta Doğu Teknik Üniversitesi 435
2 Boğaziçi Üniversitesi 510
3 Bilkent Üniversitesi 630
4 Ankara Üniversitesi 765
5 İstanbul Teknik Üniversitesi 828
6 Sabancı Üniversitesi 850
7 Hacettepe Üniversitesi 903
8 Anadolu Üniversitesi 904
9 Ege Üniversitesi 1002
10 Gazi Üniversitesi 1050
11 İnonü Üniversitesi 1152
12 İstanbul Üniversitesi 1256
13 Dokuz Eylul Üniversitesi 1306
14 Erciyes Üniversitesi 1364
15 Çukurova Üniversitesi 1475
16 Selçuk Üniversitesi 1569
17 İstanbul Bilgi Üniversitesi 1570
18 Uludağ Üniversitesi 1680
19 Karadeniz Teknik Üniversitesi 1791
20 Yıldız Ünversitesi 1869
21 Koç Üniversitesi 1935
22 Gaziantep Üniversitesi 1976
23 Süleyman Demirel Üniversitesi 1995
24 Trakya Üniversitesi 2074
25 Fatih Üniversitesi 2130
26 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi 2155
27 Sakarya Üniversitesi 2190
28 TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi 2203
29 Atatürk Üniversitesi 2208
30 Marmara Üniversitesi 2233
31 Afyon Kocatepe Üniversitesi 2243
32 İstanbul Kültür Üniversitesi 2281
33 Mersin Üniversitesi 2305
34 Akdeniz Üniversitesi 2313
35 Cumhuriyet Üniversitesi 2347
36 Sütçü İmam Üniversitesi 2349
37 Başkent Üniversitesi 2367
38 İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü 2430
39 Ondokuz Mayıs Üniversitesi 2442
40 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi 2443
41 Atılım Üniversitesi 2474
42 Fırat Üniversitesi 2533
43 Yüzüncü Yıl Üniversitesi 1585
44 Kocaeli Üniversitesi 2601
45 Pamukkale Üniversitesi 2638
46 Çankaya Üniversitesi 2763
47 Yeditepe Üniversitesi 2828
48 Balıkesir Üniversitesi 2841
49 Adnan Menderes Üniversitesi 2862
50 Dicle Üniversitesi 3035
51 Celal Bayar Üniversitesi 3086
52 Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü 3325
53 Zonguldak Karaelmas Üniversitesi 3384
54 Gaziosmanpaşa Üniversitesi 3417
55 Doguş Üniversitesi 3441
56 Galatasaray Üniversitesi 3458
57 Harran Üniversitesi 3725
58 Abant İzzet Baysal Üniversitesi 3760
59 Düzce Üniversitesi 3806
60 Bahçeşehir Üniversitesi 3822
61 Maltepe Üniversitesi 3967
62 Muğla Üniversitesi 4001
63 Işık Üniversitesi 4043
64 Niğde Üniversitesi 4131
65 Beykent Üniversitesi 4486
66 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 4526
67 Kırıkkale Üniversitesi 5007
68 Dumlupınar Üniversitesi 5083
69 İstanbul Ticaret Üniversitesi 5141
70 Kara Harp Okulu 5224
71 Kafkas Üniversitesi 5228
72 Mustafa Kemal Üniversitesi 5238
73 Haliç Üniversitesi 5335
74 Ahmet Yesevi Üniversitesi 5778
75 Hava Harp Okulu 5825


Elbette her ölçüm gibi bu ölçüm de yanlış, her sıralama gibi bu sıralama da hatalıdır. Ölçenlerin ölçüm için yaptıkları kabuller, üst sıralardaki okulların her nasılsa işine yarayıp, üniversitenizin İnternet üzerinde aslında ne de güzel işler yapmakta olduğunu yakalamaya engel olabilir. Üniversite gibi doğası gereği birbirinden farklı olması beklenen kurumları ölçmek iddiasıyla bir cetvele yatırıp sonra da bunları boyuna göre sıralamak tek başına yeterli bir gösterge olmaz, kabul.

Ancak bu sıralamaya bakıp da, beğenmeyip bahane bulmak yerine, Türkiye’de üniversiteler:
• İnternet’i gerektiği gibi kullanıyorlar mı?
• İnternet üzerinden toplumu ile etkin ve çift yönlü bir ilişki kuruyorlar mı?
• İnternet üzerinde sağladıkları içerik ile topluma ne kadar yol gösteriyorlar ?
• Dünyada ne kadar referans gosteriliyorlar?
gibi sorular sormamızı sağlıyorsa, bu sıralama, olası tüm sakıncalarına rağmen bize iyi sorular sorduran, faydalı bir sıralamadır.

Bu yazıyı yazarken amacım, ne yapalım da okulumuzun, ülkemizin yerini bu sıralamada yükseltelim, haydi hep beraber şuraya tıklayalım, buraya oy verelim gibi bir çağrı yapmak değil. Bu sıralama tek başına önem taşımıyor. Ama ülkemizdeki üniversitelerin İnternet üzerinden hayatımıza sağlayabileceği katkı, bizimle kurabileceği doğrudan ilişki ve toplum üzerindeki yapabileceği yaygın etki büyük önem taşıyor.

Bir düşünün, siz yıllarca okuduğunuz, uzaktan beğendiğiniz, kızınızı oğlunuzu göndermek istediğiniz veya yakından komşusu olduğunuz üniversitenizle İnternet sayesinde nasıl bir ilişki kurmak isterdiniz? Soruyu tersten sormak da mümkün: üniversitelerimiz, sizinle aynı şehirde, aynı ülkede yaşan, öğrencileriniz, çalışanlarınız ve bunların aileleri dışındaki vatandaşlarla İnternet sayesinde nasıl başka ilişkiler kurabilir ve geliştirebilirsiniz?
Devamı

17 Kasım 2009

Teknoloji ve Mahrem Dostluk (Intimacy)

Etiketler:

Devamı

13 Kasım 2009

Norveç Mobil İmza'da Türkiye'yi Örnek Alıyor. Peki Türkiye Ne Yapıyor?

Kişisel mazimle de ilgili güzel bir haber gördüm bugün. Sektörden bir dost yollamış. Emeği geçen bir başka dostumla bana "'İskandinavya'ya örnek oluşumuz... Elinize ve emeğinize sağlık" demiş. Sağolsun. Böyle hatırlanmak çok güzel. Mobil imza bir zamanlar benim gevezelikle ortaya attığım bir rüyaydı. Sonra destek buldu, sonra gerçek oldu. Kullanıcı sayısı bir türlü istediğimiz rakamlara gelmediği için üzülsek de buna rağmen daha da öteye geçip artık dünyada parmakla gösterilir, telekomun ve bilişimin lideri sayılan ülkelerce örnek alınır oldu.

İnsan başka ne ister? Tabii bu eserin yaşamasını ve ülkenin geleceği için hayallerimize bile sığmayan olası muhteşem etkilerini de aşan faydalar sağlamasını ister. Mobil imzanın sağladığı güvenlik ve kolaylığı herkes kullanabilsin ister. Internet bankacılığı şifremi en son ne zaman değiştirdiğimi unuttum. Onu bırakın şifremin kendisini de unuttum. Neden? Çünkü şifre kullanmıyorum. Çünkü basit bir şifre ile korumuyorum banka hesabımı. Kapı gibi yasal dayanağı olan elektronik imza ile koruyorum. Ama ne yazık ki benim gibi yapan kullanıcı sayısı, ihtiyacın çok daha büyük olmasına rağmen hala oldukça sınırlı.

Peki bu nasıl çözülür? Bence bu ancak görünmez bir elin ayaklarımıza doladığı görünmez iplerin çözülmesi şartıyla mümkün olabilir. Sadece ben değil, sadece Turkcell'deki arkadaşlarım değil. Daha pek çok şirketten pek çok kişinin emeği ile neredeyse yoktan var edilen mobil imza, neden buna en çok sarılması gereken bazı kamu kurumların işine gelmiyor?

Artık Turkcell'de çalışmıyorum. Bu yazıdaki fikirlerim de sadece beni bağlar, Turkcell'i bağlamaz. Baştan bunu söylemiş olayım sonrasını uzatmadan söyleyeceğim. Türkiye'de E-imza pazarının neredeyse hepsini oluşturan Dış Ticaret Müsteşarlığı, Adalet Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı uygulamaları mobil imzaya da entegre olmadan mobil imzanın Türkiye'de oluşmaya başlayan elektronik imza pazarında uzun vadede tutunması zor. Uygulama entegrasyonu hazırlığı kaç yıl önce, daha ben görevdeyken tamamlandığı halde, hala bunca yıl sonra neye ve niye direniyorlar, niye mobil imzanın e-imza pazarına girişini engelliyorlar bir türlü kabul edemiyorum. Bayrağı devrettiğim arkadaşım Mehmet Turan aşağıdaki haberde doğru söylüyor. Kamu kabul etmeden bu iş olmaz. İmza devlette geçer. Mobil imza E-Devlet kapısında bile geçiyor ama bu kurumlarda geçmiyor.

El birliği ile Dünya çapında bir en iyi uygulama ve yeni bir teknoloji yaratıyorsun, en çok ihtiyacı olan devlet kurumları, altyapıları da hazır olduğu ve geliştirmeleri YILLAR ÖNCE bittiği halde kontağı çevirmiyor. Onun yerine E-imza kullanımı zorunlu olan binlerce kullanıcıyı bedavaya alabileceği, kolayca her yerde kullanabileceği mobil imza'dan mahrum ediyor.

Bırakın elektronik imzayı isteyen SIM kartında kullansın, isteyen cüzdanında taşıdığı akıllı kartında. Norveç milyonlarca kişiye akıllı kartta elektronik imza dağıttığı halde şimdi bize bakıp Mobil İmza'ya dönüyor. Peki ya biz ne yapıyoruz?

Avea da mobil imzasını hazır etti aylar önce. Vodafone da hazırlıyor. Daha ne olmasını bekliyoruz?

***

Telekomünikasyon sektörünün öncü ülkelerinden Norveç, mobil imzayı yaygınlaştırmak için Türkiye ve Turkcell'i örnek aldı.

Bu kapsamda bir dizi incelemelerde bulunmak üzere 15 ülkeden 18 operatörün bulunduğu "Mobil İmza İnisiyatifi" üyesi Telenor şirketinden Kristin Fleija, BBS'den Wencke Fagereng ve Bank ID'den Nils Inge Türkiye'ye gelerek 2 boyunca İstanbul ve Ankara'da çeşitli temaslarda bulundu. Garanti Bankası, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile görüşen Norveçli heyet Türkiye'deki mevzuatı da incelemeye aldı. Yetkililer, aldıkları bilgiler doğrultusunda Norveç'de mobil imza uygulamasının yaygınlaştırılmasına yönelik ortak bir program yaratmayı hedefliyor.

Turkcell Mobil İmza Birim Müdürü Mehmet Turan, yaptığı açıklamada, Türkiye'de mobil imza kullanımının artırılması için özellikle kamu kurumlarının resmi işlerde mobil imzayı kabul etmeleri gerektiğini belirterek, bu yönde en son adımı ise Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun (EPDK) attığını ifade etti.

Referans'ın sorularını cevaplandıran Nils Inge de, mobil imza kullanımının başka hizmetleri de geliştireceğini belirterek, Norveç'in 4.5 milyonluk nüfusunun 2.5 milyonunun elektronik imza kullandığını ifade etti. Elektronik imza için ayrıca bir aparat taşınması gerektiğini kaydeden Inge, "Mobil imza ise cep telefonu üzerinden gerçekleştirilebiliyor ve insanlar cep telefonlarını her zaman yanlarında taşıdıkları için kullanımı daha rahat" dedi.


Devamı

5 Kasım 2009

Barış Hemen Şimdi

Herkesin Barış istediğini sanmak yanılsamasından çıktığımız ve Barış'ın ne kadar politik ve zor olduğunu anladığımız şu günlerde, hep beraber Barış'a daha fazla kafa yormalıyız. Erich Fromm'un Barış'ın Teorisi ve Stratejisi üzerine yazdıklarını okumanın vaktidir.


Devamı

28 Ekim 2009

Kansas City Macerası:
Barbekü ve Rodeo

ABD yolculuğuna çıkarken Kansas City'ye gitmek hiç aklımda yoktu. Nevin'ler beni ziyarete Pittsburgh'a geldiklerinde, bir ay sonra Kansas City'ye gideceklerini öğrenince, hem görmek için ve hem de annem geldiğinde ona da bir değişiklik ve hoş bir anı olması için biz de programa dahil olduk. İyi ki de dahil olmuşuz. Umduğumdan daha değişik ama epey eğlenceli bir deneyim oldu.

Kansas City, ABD'nin ortalarında, ortalama bir şehir. Bir kısmı Kansas eyaletinde olmakla birlikte şehirin ana kısmı Missouri eyaleti sınırları içerisinde. Bundan dolayı yola çıkmadan bir gece önce telaşa kapılmış olsam da (eyvah otel başka eyalette uçak başka eyalete mi acaba?) geçtiğimiz cuma günü erkenden yola çıkarak Southwest havayolları ile Chicago Midway aktarmalı bir uçuşla Kansas City havaalanına vardık.

Pittsburgh'un gelişmiş otobüs sistemine karşın Kansas City tam bir Amerikan şehri. Otobüs neredeyse yok denecek kadar az. Bizim gibi araba kiralamadıysanız, havaalanından şehire gitmek için ya taksiye binmeli, ya da blue shuttle dedikleri saatli, paylaşımlı minibüslere binmelisiniz. Taksiye göre ekonomik olduğunu farzettiğim bu minibüslere bindik. Müşterilerini gidecekleri otelin önüne kadar götürdüğü için oldukça konforlu bir şekilde otelimize vardık. Şaka maka ilk gün epey uzun süremiz havada geçmiş. Otele yerleşince çıkıp biraz etrafı dolaştık. Otelimiz 'Downtown' bölgesinde 'Power&Light' district denilen, daha eskiden elektrik vb. şirketinin merkezi olduğunu tahmin ettiğim bir bölgenin daha sonra barlar, cafeler ve restoranlarla şenlendirilmiş bir bölgesindeydi. Aynı bölgede bir 'convention center' fuar merkezinin de olması, şehrin kalbinin attığı yerlerden biri olduğunu söylüyor. Cuma günü akşam üzeri çıktığımızda inler cinler top oynuyordu ve biz hayli acıkmıştık. Genghis (Cengiz) Grill adındaki bir Moğol grill (Istanbuldaki GoMongo'yu bilir misiniz? Ona benzer, daha az sofistike) restoranında şansımızı denedik. Çok memnun kalmadık zira bu Moğol grili kendim ettim kendim buldum usulü her şeyi kendin karıştırdığın için iyi bir tad tutturmak tamamen şans eseri olabiliyor. Ben mesela acı sosun ve baharatın ölçüsünü kaçırdığım için yana kavrula yemek yemek zorunda kaldım. İlk gün otel çevresini keşife çıktığımızda hava acaip soğuktu. Hatta önce içimden sonra dışımdan 'Eyvaah ayvayı yedik' dediysem de Kansas City beni utandırmak için olsa gerek diğer günlerde epey ısındı. Güneş gözlüğü ve T-Shirt ihtiyacı bile duyduk bir ara. O derece yani.

ABD'nin Barbekü (BBQ) merkezlerinden birine gelip Moğol grill yediysek, bunu diğer günlere yer bırakmak için yaptık. Nevin, Taylan ve Erim Cuma akşamı Chicago'dan geldiler ve ilk akşam BBQ startını verdik: Firoella's Jack Stack Barbecue. Anladık ki, şimdiye kadar orada burada yediğimiz is kokusu verilmiş ketçap soslu et barbekü değilmiş. Önce baharatlarla terbiyelenip, suyu uçmasın diye karışımlara daldırılan ve saatlerce odun fırınında pişirlen et bir başka oluyormuş. Jack Stack'in Kansas'ta 4 tane restoranı var. Biz otelimize yakın olan Downtown şubesine gittik. Kesinlikle rezervasyon almıyorlar ve varınca sıra beklemeniz gerekiyor. Ama buna deyiyor doğrusu. Oraya giderken 'az yiyelim', 'evet evet kesin bir porsiyonu bölüşelim' diyen bizler ben dahil katılımcıların yaptığı seri satışlarla birer amerikan porsiyonunu gövdeye indirdik. Ben hem diyettey(d)im diye sızlanıyorum ama bir yandan da şekerli coleslaw'a neredeyse ekmek banarak etleri götürüyorum. Hikayenin ana fikri: 'bi daha mı gelicez Kansas'a yiyin çocuklar'. Kaburgacı Selim Amca bizi affetsin, bol bol beef rib yedik. Ayrıca Beef Brisket ve yine Brisket'ten yapılan Burnt End de harikaydı. O kadar iyiydi ki gezimizin sonunda Pazar öğlen buraya tekrar geldik.

Cumartesi günü bir değişiklik yaptık. Yine BBQ yedik. Bu sefer hedef, Oklahoma Joe's. Jack Stack'in üst sınıf restoran havasına karşılık Oklahoma Joe's bir benzinliğin içinde küçük bir dükkan ve marketten mamul. Ama ne mamul. Cumartesi öğlen vardığımızda insanlar uzuuuuun bir kuyruk olmuşlardı. Biz de sıramıza geçtik ve BBQ kokuları içinde ne yiyeceğimizi seçtik. Yukarıda saydığım 3 alternatifi bu sefer farklı kombinasyonlarda ve farklı bir aşçıdan yine denemiş olduk. Oklahoma Joe's salt pişmiş et karşılaştırmasında Jack Stack'ten daha iyi değildi. Ancak fiyat-performans karşılaştırmasında daha iyi olduğu söylenebilir zira çok daha ucuzdu. Oklahoma Joe's etin yanında verilen garnitür tipi yan yemekler de çok iyiydi. Bir de BBQ sosu çok daha yoğun, derin ve zengin tatlara sahip olduğu için Jack Stack'ten daha iyiydi diyebiliriz. En iyi tad kombinasyonu Jack Stack'in etleri, Oklahoma Joe's sosları ve yan yemeklerini bir araya getirmek ile olurdu sanırım. Biz de aralıklı da olsa onları midede bir araya getirmiş olduk. Oklahoma Joe's un BBQ sosu o kadar başarılıydı ki, market kısmından ayrıca satılan soslardan Taylan'lar satın aldı. Ben Pittsburgh dönüşü Hint diyetime geri dönmeyi planladığımdan ve el bagajımızı uçak bagajına verip zaman kaybetmek istemediğimizden sos almadık. İyi ki de almadık yoksa dönünce çoktan başlamıştım BBQ nasıl yapılır denemelerine :)

Kansas'ta yemek yerleri dışında gezecek pek fazla bir yer yok. Merkezdeki Power & Light district geceleri gençlerin akınına uğrayıp güzel bir eğlence yeri oluyor. Ama onun dışında gündüzleri yapacak pek fazla bir şey yok. Hele kar yağınca iyice fena oluyordur muhtemelen. Biz de kentin pazar yerine vb. gittik. Kentin sıkıcılığından olsa gerek 5-6 tane Casino vardı. Az bir zaman öldürelim diye Casino'ların birini de denedik. Ben yatırdığım parayı geri kazandım. Nette çok bir kayıp olmadan ve çok da fazla zaman harcamadan çıktık.

Gitmeden planladığımız animasyon bununla sınırlı değildi. Üç gün süren rodeo finallerinin son gününe iyi yerden biletlerimiz vardı. Cumartesi akşamı Rodeo izlemekle geçti. Epey ilginç bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Tüm Rodeo adımlarının belgesel olabilecek kadar çok fotoğrafını çektim. Aşağıdaki fotoğrafların arasında görebilirsiniz. Kovboy'un biri dananın birini yakalarken haşin mi davrandı nedir, danacık öldü sandık. Zira bağını çözüp saldıklarında dürtmelerine rağmen ayağa kalkmadı bir süre. Bir de Kovboy'un bir diğeri kementle başka bir danayı yakalamaya çalışırken kendi atını kafasından yakaldı ve dana da kaçtı tabii. Onun dışında İspanyol Boğa güreşinden çok daha zararsız ve Amerika'ya yakışan işlevselcilikte bir gösteriydi. Neticede karşılaştırmadaki her bir adım, bir manda / inek & boğa / dana çobanının veya at yetiştiricisinin günlük hayatının parçası olan işleri kimin daha hızlı ve başarılı yaptığının ölçümü dışında bir şey izlemedik ve aptallaşan malum danacık yüzünden hissettiklerimiz dışında pek vahşi görüntüler de değildi. Vahşet varsa mandanın veya vahşi atın üzerinden büyük bir güçle fırlayan ve ezilme, tepik yeme tehlikesi geçiren kovboyun yaşadığı bir vahşetten söz edebiliriz. Rodeo finallerinde toplam 7 kategoride karşılaşma seyrettik. Bunların isimleri ve kısa tarifleri şöyle:
  • Steer Wrestling: Kaçan bir dana kovalanıp, yanına atlayarak boğazından ve boynuzundan tutulur ve zorla yere yatırılır.
  • Team Roping: Kaçan bir hayvanı iki kişi atla takip ederek kementle biri ayağından biri boynuzlarından yakalanır ve sabitlenir.
  • Bareback Riding: Koşum takımları olmadan huysuz bir ata en uzun süre binilir.
  • Saddle Bronc Riding: Bareback ridinge benzer. Bu sefer düpedüz vahşi atlara bindiler.
  • Tie-Down Roping: Kovboyumuz bu sefer kaçan hayvanı kementle yakalayıp atından atlayıp ayaklarından bağlar.
  • Barrel Racing: Arenaya yerleştirilmiş 3 varilin etrafından dolanarak en kısa sürede başlangıç noktasına varmak hedeflenir.
  • Bull Riding: İşte bu en tehlikelisi. Acaip büyük ve delirmiş / delirtilmiş hayvanların üzerinde durmaya çalıştılar ki. En zor ve tehlikeli adım buydu. Bu nedenle olsa gerek sona konmuştu.
Bu adımlarda yarışmacının kaç saniye dayanabilip, kaç para ödül kazandığını merak ediyorsanız, sonuçlar ve ödüller burada. Rodeo finallerinin en matrak adımı da, araların birinde McDonalds'ın sponsorluğunda ve Ronald Mc Donald sunuculuğunda 3-5 yaşındaki bebelerin tüylü ve deli gibi koşan bir koyunun sırtında kaç saniye durabildiğinin ölçüldüğü mini rodeoydu. Bizde aileler böyle bir şeye asla izin vermez sanırım ama minik rodeocular havalı kıyafetleri içinde epey iyi yarıştılar. Gelecekte böyle bir kariyer düşünürler mi bilmem ama devam ederlerse çekirdekten rodeocu olurlar sanırım.

Kansas'ta fark edilen bir değişiklik, daha önceki ABD seyahatlerinde alıştığım, daha liberal New York, Kaliforniya, Pennsylvania ve hatta Georgia'dan bile daha muhafazakar ve cumhuriyetçi bir yer olması. Bir çok yerinde Obama yanlısı Health Reform tanıtım ofislerinin bulunduğu Pittsburgh'un aksine Kansas City'de yoğun bir Cumhuriyetçilik olduğu hemen anlaşılıyor. Bu yoğun politik iklim, özellikle rodeo'da sunucuların yaptıkları espriler ve oyanan skeçlerle kendini iyice belli ediyor. Örneğin sunuculardan birisi rodeo alanında yürürken, pisliğe basmış gibi ayağının altına bakınca diğer sunucu hemen patlattı: 'Ne o, Obama'nın saglık reformuna mı bastın?'. Sanırım en inanılmaz skeçlerden biri de, aralardan birinde bir palyaçonun 4 tane minik kız çocuğunu oyuncak silahlarla kurşuna dizip ölü taklidi yaptırdığı ve temsili cesetleri üst üste yığdığı skeçti. Neye hizmet ettiği anlaşılamayan bu skeçte son kız palyaçoyu alt etti ve kız palyaçoyu kendi oyuncak silahı ile öldürdü. Sanırım Cumhuriyetçi eyaletler bir Amerikan değeri saydıkları silah taşıma ve kullanma özgürlüğünü böyle böyle insanlara satıyor. Skeçte oyuncak tabanca ile öldürülen kızlara önce isimlerini soran palyaço sunucunun kızlardan ikisine Hillary Clinton ve Nancy Pelosi (demokrat Kaliforniya senatörü ve temsilciler meclisi sözcüsü) diye hitap etmesi ayrıca seyircileri güldüren beni şaşırtan şakalardandı.

Şakalarını garipsemiş olsam da, Amerikalıların bir rodeoyu veya bir basket maçını nasıl bir show ve aileler için eğlence haline getirdiğine bir defa daha şahit oldum. Rodeo sonrasında Sara Evans konseri vardı. Tanıdığım bir şarkıcı değildi burada karşılaştık. Country ile rock arasında gezen şeyler söylüyor. 6-7 çocuklu Kansas'lı bir ailenin en büyük kızı. Kardeşlerin 2si vokalist 1i gitarist. Hepsinin de yine 4-5 çocuğu var ve ablalarının arkasında çalıp söylüyorlar. Şarkılar güzel sayılırdı ama seyirciler karşılaşmalarda da konser adımında da epey heyecansız idiler. Beklediğimden daha cool bir seyirci grubu vardı yani genel olarak. Netice olarak burası gerçekten de New York, Washington DC, Chicago üçgeninden ve San Francisco, Los Angeles, San Diego hattından çok farklı bir yer.

Hamiş. Amerika'ya gelip uzunca bir süre kalmadan burası hakkında olumlu veya olumsuz atıp tutmamak, sadece metropol demokrat şehirleri görüp, Cumhuriyetçi 'fly-over' eyaletleri tatmadan ABD gördüm dememek lazımmış.





Get the flash player here: http://www.adobe.com/flashplayer

Devamı

22 Ekim 2009

Anaokulunda Kokain

Bugün evi toplayıp eski gazeteleri atarken, gazetenin birinde (Pittsburgh Tribune Review) okumadığım bir habere gözüm takıldı: "4-year-old shares cocaine at day care, police say"

Bu bir başlık. Başlıkta haberin henüz davası sonuçlanıp kesinlik kazanmamış bir haber olduğu için olsa gerek, başlığı uzatmak pahasına eklenen "police say" açıklaması henüz ilgimi çekmemiş. Altını okumaya devam ettim. Newark, New Jersey'de anaokulunda bir öğretmen bir kızın ağzında bir paket beyaz toz yakalayınca önce kızı durduruyor, sonra tozu arkadaşından aldığını öğreniyor ve çocuğun üstünde başka torbacıklar da bulunuyor.

Polisi arıyorlar elbette. Polis geliyor 4 yaşındaki oğlan ile konuştuklarında ve ailesini sorguladıklarında kokaini çocuğun ceketine, polise yakalanmak üzere olduğu bir anda, 25 yaşındaki babasının koyduğunu ve oğluna "bunlar şeker" dediğini öğreniyorlar.

Haberde hiçbir yorum yok. Nasıl aşağılık bir yaşam formunun 4 yaşındaki oğlunun cebine kokain koyup sonra da onu orada unutabileceğine veya bırakabileceğine ve hatta o ceketle anaokuluna yollayabileceğine ait yorumlarını bizimle paylaşmamış gazete.

Ama haberin sonunda başka bir şey yapmış. Haberde adı soyadı verilen babanın veya yakınlarının yorumunu almak için telefon rehberine baktıklarını ve haber kaynağı polisten bu kişinin avukatına ait bir bilgiye ulaşamadıklarını yazmışlar. Yani ulaşsalar BU HIKAYEYİ BİLE diğer tarafın agzından da yazıp okuru bilgilendirecekler.

Siz bir gün de Türkiye'de herhangi bir gazetede. önemli birisi için değil de sıradan bir kişi için, "şüphelinin telefonuna ulaşamadık", "ulaştık yanıt vermek istemedi" veya "avukatına ulaşamadık" gibi açıklayıcı bir yorum okudunuz mu?

Böyle bir gazeteciliği yurt dışında ilk görüşüm ve bu haber verme etiğinin dikkatimi ilk çekişi değil. Bunları okuyunca uğradığımız manipulatif haber bombardımanından dolayı kendimiz için üzüldüm doğrusu. Tabi bir de Newark'daki oğlan çocuğu için üzüldüm. Onun kendini kurtarma şansı olur belki bu olaydan sonra. Peki bizim var mı?
Devamı

Yaşasın Annem Geliyor

Yarın sabah Annem Pittsburgh'a geliyor. Üç hafta kalacak. Onu çok özlemiştim harika oldu bu ziyaret. Bir haftadır New York'da kuzenim Banu, eşi Hakan ve iki fıstıklar Aslı ve Deniz'in yanındaydı. Şimdi sırada Pittsburgh var. Umarım New York'dan sonra burada sıkılmaz. Hem bende araba yok, hem de burada öyle gezecek çok fazla bir yer yok.

Pittsburgh'da benim de henüz gitmediğim bir iki yer var. Buranın meşhur Strip District denen mahallesi gibi. Downtown'a da pek işim düşmediğinden şehir merkezini de çok bilmiyorum. Oraları birlikte keşife çıkarız diye düşünüyorum. Tanımayanlarınız için Annem çok eğlenceli, neşeli ve acaip zeki bir kadındır. Kuşak farkı ne kelime, beni yaya bırakır pek çok konuda. Facebook'ta fun klübü olacak yakında bu gidişle. :)

Bu arada en güzeli, annem geldikten birkaç gün sonra biz buradan, Nevin - Taylan - Erim Chicago'dan yola çıkacağız ve Kansas City'de buluşacağız. Damardan Amerika'yı tanıyalım turu olacak. Rodeo izleyip en hakikisinden BBQ yemek niyetimiz var. O gezinin resimleri ve hikayesi de çok yakında burada :)))
Devamı