11 Ekim 2006

Şizofren girebilir, Reklamcı Giremez

Ankara'daki evimizin girişine apartman yöneticimiz bir yazı asmış. "Dilenci, Satıcı ve Reklamcı Giremez". Okuyunca çok ironik gelmişti. Reklam sektöründe çalışan pek çok arkadaşımı, bu işi bir meslek olarak başarı ile icra eden kişileri düşünüp, bu dikkatsiz ifadeye gülmüştüm. Reklamcılığı bir böyle hakkıyla yapanlar var, bir de esas meslekleri olmadığı halde, kişisel "pazarlamaları" için, etik & ahlak problemlerine çok da dikkat etmeden yapanlar. Bu yazım, bunların bir kısmını kapsıyor.

Bu konunun en dramatik örneği bence tıp sektöründen çıkıyor. Cümle içinde ingilizce kullanmayı sevmem ama, "celebrity" doktorlar var ülkemizde. Sabah saatlerinde yayın yapan kadın programlarının gediklisi, aniden televizyon bağlantısı yapılmaya musait kimseler bunlar. Hatta bazılarının populer gazetelerde yönettikleri sağlık sayfalarında yapacakları "haberleri" santim santim pazarladıklarını da duyuyoruz. Sanırım "reklam" işini en yere düşürenler, bizim apartmana giren satıcı-reklamcı'lar değil, bu doktorlar olsa gerek. Bence bu kimseler sadece "reklam" işini düşürmüyor, insan hayatını temelden etkileyen, ciddi ahlaki sorumluluk gerektiren tıp mesleğini de bence iyi etkilemiyorlar. Tabip odası bu "celebrity" hekimler hakkında ne düşünüyor? Deontoloji sadece tıp fakültesinde sevilmeyen bir ders midir, yoksa meslek etiğini takip en çok doktorlara mı lazımdır?




Bugün öğlen, rutin ziyaret için favori mekanlarımdan "Mandabatmaz" kahvehanesine gidip orta şekerli Türk kahvemi söylemiştim. Tek başıma olduğum için, kahveyi beklerken bir süre sonra sıkıldım. Mekanda bulunan gazetelere bir göz atmaya kalkıştım ve elime bir gazete geldi. Sayfaları karıştırırken, kişisel pazarlamasına çok dikkat eden doktorlarımızdan, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin eski başhekimi Arif Verimli'nin bir açıklamasını gördüm ve açıkçası öfkelendim. Bu Arif Verimli'nin dinleyip de tepki duydugum ilk açıklaması değil. Demiş ki doktor bey, "Türkiye'de 15 milyon psikiyatri hastası var. Yarisi her an suç işleyebilecek kadar tehlikeli, şizofren". Gazete de boş durmamış, atmış manşeti: "7.5 milyon Potansiyel Suçlu Aramızda". Ne harika değil mi?




Aklıma doğrudan, akıl hastalarını da yarattığı dev soykırım makinesine atan Hitler Almanyası geldi. Öyle ya, bu "şizofren"ler potansiyel suçlu olduğuna göre, çok fazla ince elemeye gerek olmadan hemen derdest edilmeli, toplumdan uzaklaştırılmalıdırlar. Dünya'nın pek çok yerinde, bizdeki gibi koğuş usulü çalışan büyük ölçekli psikiyatri hastaneleri yerlerini daha insani ölçekli kliniklere bırakırken, vurgumuz izolasyona değil tedaviye yönelik olmalıydı diye düşünüyorum.



Bütün bu tantana da üstelik, "Dünya Ruh Sağlığı" günü nedeniyle konuyu dikkate çekmeye çalışılırken çıkıyor. Türkiye Psikiyatri Derneği'nin TV'ye çıkan başkanı, Ruh Sağlığı Yasası talebi ve tedavi ihtiyaçları ile ilgili ne kadar dikkatli konuşuyorsa, Arif Hoca'da o kadar pervasız. 7.5 milyon şizofreni hastası derhal kontrol altına alınmalıdır diyor. Anket ile bulunamayacağından, ancak "olsa olsa" metoduna dayandıgına inandığım bu tahmin, toplumun bir sağlık hizmeti olarak psikiyatriye olan ihtiyacına işaret etmekten çok, manşet olması garanti bir sansasyon yaratmayı amaçlıyor gibi görünüyor.



Elbette denebilir ki, Sn. Verimli, hiç kendini pazarlama isteği olmadan, tamamen temiz duygularla ve bir misyonun parçası olarak bu çağrıyı yapmıştır. Ancak mevzubahis gazete aktarırken açıklamayı çarpıtmıştır. Her ne kadar aynı açıklamanın 3 aşağı 5 yukarı çok benzer versiyonlarını başka kaynaklardan da doğrulamış olsam da, o zaman yapılacak hareket bellidir: bu haberleri tekzip etmek. Bir de elbette basına bu tür açıklamalar yaparken, bu işin etik / felsefi boyutlarına daha fazla dikkat etmek.

Etiketler:

2 Yorum:

Anonymous Adsız dedi ki...

Guzel bir yazi olmus :)

11:06 ÖÖ  
Anonymous Adsız dedi ki...

Merhaba
Psikiyatri gibi netameli bir konuya gösterdiği ilgi, duyarlılık ve sağduyulu yaklaşım için Deniz'e teşekkür ederim. Ruh sağlığı gününde Dr. Arif Bey'in bu talihsiz açıklamalarını sanırım 4-5 defa okumuşluğum vardır. Konunun ciddiyetine mi yoksa arketipal " deli" korkumuza mı hitap ettiğini anlayamadığım belki de anlamak istemediğim bu açıklamaların benzerlerini geçmiş yıllardaki gazete arşivlerinde de bulabilirsiniz. Cinayet gibi caniyane suçların sadece ve ancak bir "deli" tarafından işlenebileceğinine olan irrasyonel yargımız biz "akıllıları" çok rahatlatmakta ne yazık ki...Böylece ruhumuzun ta Kabillden beri kalıtılan kara yüzünü (gölgesini) görmezden gelip bir çeşit reddi miras yapıyoruz...Ama nafile, vücudun gölgesini reddetmesi mümkün değil. Evet gölgelerimiz bazen canileşebiliyor...Tüm Adli Psikiyatri araştırmalarında gösterildi ki ruh hastalarının adli olaylara karışma olasılığı biz "akıllılarla" aynı. Hatta bazı suç türlerinde daha düşük. Bunu adıyla müsamma olduğunu ümit ettiğim Arif Hocam bilmiyor mu ?
Bence biliyor...Bilmek, aynı ilmin etik süzgecinden geçmeyince ya da bilmek içimizdeki "öteki" korkusunu alt etmedikçe bilmek olmuyor....Yani kıssadan hisse bilmekle "arif" olunmuyor.

Saygılarımla.
Dr. Ali Ayas
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

1:41 ÖS  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa